Umut üzerini değiştirip odadan çıktı. Merdivenlerin başında Rachel onu bekliyordu. Umut’u gördükten sonra kafasını eğerek merdivenlerden aşağıya doğru inmeye başladı. Umut peşinden takip etti. Kapıya kadar hiç konuşmadılar. Umut’un dilinin ucuna kadar geliyordu kelimeler ama ağzından hiçbir şey çıkmıyordu. Söze nasıl başlayabilirdi? Merhaba, diyerek başlasa yeterli olur muydu? Acaba onun hakkında ne kadar bilgiye sahipti? Yine sorular sorular sorular… Umut işin içinden çıkamıyordu.
Rachel ise çok utangaçtı. Ağzını bıçak açmıyordu. Ulak bir rehber olmasını ve misafirlerine saklı kenti gezdirmesini istemişti ama kız çok utangaçtı. Umut’un önünden yürüyordu, kafası yere eğikti ve halinden anlaşıldığı üzere misafiri nereye götüreceğini tam olarak bilmiyordu. Belki de bu görev için pek uygun değildi.
Umut, Zalifre sokaklarına inip yürümeye başladıklarında kendisini farklı biri gibi hissetmesine sebep olan tek şeyin şu üzerindeki kıyafetler olmadığını anladı. Burası bir köy havasındaydı. Şehirleşme yok gibi görünüyordu. Tek katlı ahşap binalar vardı. Her taraf ağaçlarla kaplıydı ve güneş Umut’un daha önce hiç göremediği kadar netti. Gökyüzü masmaviydi, kuşların sesi ile insanların ve ağaçların sesleri bir melodi gibi iç içeydi. Daha önce hiç çekemediği kadar temiz havayı içine çekmeye çalışıyordu Umut, evin çevresindeki yoldan yukarıya doğru yürürken. Yol kenarlarında oturanlar vardı, garipseyen gözler Umut’u izliyordu. Onun yürüyüşündeki topallamaları seyrediyorlardı. Aslında her halinden belli idi bir yabancı olduğu fakat yanında Rachel olduğundan dolayı kimin misafiri olduğunu anlamak çok zor olmuyordu. Ulak’ın misafiri ise bir sebebi vardı. Okumaya devam et