Karanlıktı, Umut, Ulak ve Araf duvarın dibinde karıncalar gibi sıra halinde yürüyorlardı. Konuşan yoktu, en önden Araf arkasında Ulak en arkada ise Umut vardı. Umut aklından geçen düşünceler, kalbinden geçen korkular ve bedenini kaplayan acılarla birlikte karmakarışık bir haldeydi. Bazen birkaç adım geride kalıyor, sonra hızlanıp öndekilere yetişiyordu. Öyle bir düştü ki bu ne başı belliydi, ne sonu. Sadece yürüyorlardı.
Devasa taşlardan örülmüş duvarla kaplıydı bir yanları, diğer taraflarında ise ne var ne yok karanlıkta görünmüyordu. Saat acaba kaçtı? Kaç saattir evinden uzakta kalmıştı? Umut meraklanıyordu ama bildiği bir şey vardı ki annesi Hatice Hanım onun kat be katı meraklanmıştı. Gökyüzündeki yıldızlar ve ay saatin iyice ilerlediğine delildi. Kime sorabilirdi ki?
Yürüdükçe Umut sağ tarafında uzun ağaçlar görmeye başladı. Ağaçların dalları rüzgarda sallanıyor ve tıpkı bir korku filminin son sahnesindeki gibi bir ses çıkıyordu.
Umut bacaklarındaki dermanın iyice tükendiğini anladığı anda Ulak arkasını döndü, “Az kaldı, kapıya geldik,” dedi gülümseyerek.
“Hayatım da,” diye başladı cümlesine Umut fakat Ulak kafasını çevirince sonunu getiremedi. “Gördüğüm en büyük duvar,” ağzından geveleyerek çıktı son sözleri. Okumaya devam et