Bir sürü kelime biriktirip kalbimde istediğim cümleleri kuramamanın acısını yaşıyorum.
Kulağımda sadece o tını kaldı. Aradan geçen zaman içinde yaşananlar unutuldu, acılar kor oldu, hayaller suya düştü. Yeni anılar eklendi hafızama, ama o tını hep öyle bilindik bir ezgi gibi kalakaldı. Kalacak da…
Ne var ki bilemedim değerini, geç kalmamış olsaydım şimdi, pişmanlık duyuyor olmayacaktım. İş işten geçince, kulağımda sadece o tını kalınca, durup durup bakmak geçmişe ne kadar zormuş.
Ah, öyle böyle değil bu yükü taşımak sırtında. Öyle böyle değil bir acıya göğüs germek. Öyle böyle değil hiçbir şey olmamış gibi devam edebilmek…
Her gün ne kadar farklı olursa olsun hayatım, bir şekilde o tını kulaklarıma geliyor.
Oysa geçmiş hep güzel yâd edilirdi hani?
Kötü anılar silinirmiş derlerdi. Fakat o tını iyi bir anıya ait değil ki! Neden silinmiyor? Nefes dahi alamadığım, bağırmak isteyip de çığlıklarımı duyuramadığım bir an sadece.
Sahip olduğum her şeyi verirdim, sadece o tınıyı unutabilmek için…
*
Onur Abi’den aldığım beş lirayı kasaya koyduktan hemen sonra vakit kaybetmeden dükkânın arka tarafına geçtim ve aynanın karşısında saçımı, başımı taradım. Kaşlarımı parmaklarımla düzelttim. Ağzıma bir yudum su alıp gargara yaptım. Bir yandan da gözüm saatteydi. Birazdan mutlaka uğrardı. Okula gitmeden önce poğaçalarımdan alırdı.
Ah Şermin… Ah dolunayım… Senin için değil, sadece bir an olsun seni görebilmek için tüm hazırlığım… Göz göze gelmeyelim, tükenirim. Adımı söyleme, nefesim kesilir. Saçlarını savurma, unuturum her şeyi…
Yıllar önce ben ilkokulu zar zor bitirince, babam hiç düşünmeden beni pastacı Turan Usta’nın yanına çırak olarak verdi. Turan Usta’dan önce Kaportacı Halil Usta’nın yanına girmiştim, ama hem Halil Usta’nın sert tavrı hem de arabaları pek sevmememden ötürü fazla çalışamadım. Ağır işti, beceremiyordum araba tamirciliğini.
İşte babam hâlime acımıştı o günlerde, “Nasıl bir işte çalışmak istersin?” diye sormuştu bir akşam yemeğinde yüzümdeki çizikleri ve ellerimin hâlini görünce.
Turan Usta’yı çok severdim. Pasta yapmanın kolay mı, zor mu olduğunu bilmiyordum, ama hiç düşünmeden, “Pastacı olmak istiyorum” dedim.
“Tamam” dedi babam ve ertesi sabah elimden tutarak beni Turan Usta’nın yanına götürdü.
“Ustam” dedi babam, “Eti senin kemiği benim, şu çocuğa bir altın bilezik ver, yoksa hâli harap olacak!”
“Veririm” dedi Turan Usta, “Ama zordur pastacılık işi, yarıda bırakıp kaçmasın?”
O an ikisi de yüzlerini bana çevirdiler. Sanırım gözlerime bakarak ne kadar ciddi bir işe adım attığımı göstermek istiyorlardı. Okulda başarısız olmuştum. Halil Usta’nın yanında da başarısız olmuştum. Bu sanırım son şansımdı.
Ben o zaman kaç yaşındaydım?
Okumaya devam et