Ne önceydi ne sonra, ne eskiydi ne yeni. Uzak yolların ardında, aşılmaz dağların yamacında, balta girmemiş ormanların derinliklerinde tek başına bir kara böcek yaşıyormuş. Öyle ki bu kara böceğin ne bir arkadaşı varmış konuşabileceği, ne de birlikte oynayabileceği. Bir başınaymış.
Günler günleri kovalamış. Bu kara böcek yalnızlıktan sıkıldıkça sıkılmış. Tabi ya kim sıkılmaz, yalnızlık bu, kemirir içini, çekilmez olur hayat. Bu yüzdendir ki iyi arkadaş, iyi dost, iyi yaren herkese gereklidir ve dünyanın bir diğer ucunda da olsa yolculuk edilir.
İşte bir gün bu kara böceğin aklına bir fikir gelmiş. Büyük bir heyecanla, önce bir ağacın yapraklarından kendine etek yapmış. Sonra önüne çıkan fındıkkabuklarından ayakkabılar yapmış. Ardından yüzünü çimen suyuyla yıkamış ve kendini güzelleştirmiş. Yuvasına son bir kez bakmış. “Ben artık yalnızlıktan sıkıldım, bir arkadaş bulmak için yollara düşüyorum,” diyerek ormanın derinliklerine doğru yola koyulmuş. Yürürken de fındık kabukları yüzünden tık tık sesler çıkarıyormuş.
Az gitmiş uz gitmiş. Nice aşılmaz yokuşları aşmış. Zorlu kayalıklardan geçmiş. Sonunda düz bir ovada yeşil çimenlerin üzerinde otlayan koyunlar görmüş. Sürüye doğru iyice sokulmuş ve çoban ile göz göze gelmiş. Okumaya devam et