Umut, kaç dakika yürüdüğünü bilemedi fakat alnı terlemişti. Yürüdüğü yerde hava yoktu ve zor nefes alıyordu. Son birkaç adım kaldı diyerek kendini teselli ediyordu ve gördüğü ışık süzmelerine doğru yürüyordu. Biraz daha gitti, yürüdüğü yol bu sefer daralmaya başladı, en başında nasıl genişlediyse bu seferde daralıyordu. Önce dizleri üzerinde sürünmeye başladı ardından iyice büzüldü ve en sonunda ilk başta olduğu gibi bir yere ulaştı. Elleri ile yokladı karşısındaki ağaç kabuğunu ve güçsüz olduğunu fark edince dayanarak açtı. Zorlandı, en son ayağını çıkardı ve tamamen çıktı. Yeşillik bir alanda, içeri girdiğine benzeyen bir çınar ağacının yanındaydı. Etrafına bakındı, ileride Zalifre’nin surları görünüyordu. Dış surların dışına çıkmışa benziyordu. Korunaklı bölgenin yolu görünüyordu. Burayı tanımıştı. İlk gece bu yoldan yürüyerek Zalifre’ye gelmişti.
Aklına çok garip bir fikir yerleşti bir anda, “Neden buraya ilk geldiğim yere geri dönmüyorum, nereydi? Derin orman, geçit ormanı, evet evet oraya gitmeliyim, benim için orada bir şeyler olmalı!” diye geçirdi içinden. İnce yolu takip ederek hızla yürüdü, sanki birinden kaçıyordu. Zalifre’den biraz uzaklaşmıştı, ağaçların arasına girmek üzereydi. Bir hışırtı duydu.
“Kim var orada?”
“Benim Araf!” dedi tokça bir ses.
“Araf!” diye karşılık verdi Umut. “Araf!”
“Efendim,” dedikten sonra biraz bekledi Araf, “Ne yapıyorsun burada?”
“Çınar altındaki yolu kullanarak buraya geldim.” dedi Umut. Sonra da ne düşündüğünü anlattı.
“Hadi bizi bekliyorlar, geri dönelim!” dedi Araf ve elindeki değneği sallayarak öne çıktı, “Seni merak etmişlerdir.”
“Bizi bekleyenler arasında kimler var Araf?” diye sordu Umut. Aklından Rachel ve diğerleri geçti. Ona kızmış olabilirlerdi. Kimseye bir şey söylemeden kaçar gibi ayrılmıştı evden. Bu dakikaya kadar kendisini merak edeceklerini de aklına hiç getirmemişti ama kendi kendine çok kızmıştı. “Mutlak suretle merak etmişlerdir!” dedi aklından. Kim bilir Rachel neler düşünmüştü.
“Kimler olabilir ki!” dedi Araf, “Hadi beni izle…” Okumaya devam et