her şey beyaz bir kâğıdın o gece yalnızlığımı paylaşmasıyla başladı.
güneş doğuncaya kadar anlattım, içimde her ne varsa. hayata dair…
marco polo tek tek her taşıyla bir köprüyü anlatıyor.
“peki, köprüyü taşıyan taş hangisi?” diye sorar kubilay han.
“ köprüyü taşıyan şu taş ya da bu taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavsi” der marco.
kubilay han sessiz kalır bir süre, düşünür. sonra ekler: “neden taşları anlatıp duruyorsun bana? beni ilgilendiren tek şey var, o da kemer.”
marco cevap verir “taşlar yoksa kemer de yoktur.”
(görünmez kentler, ıtalo calvıno)
kırmızı ve beyaz renkli araba ışıklarının aktığı bir cadde üzerindeki herhangi bir üst geçitte yürürken, bir kenarda durup beklediğinizi düşünün. bir yanda beyaz ışıklar gözünüzü alırken diğer yanda kırmızı ışıklar giderek soluklaşır. fazla bakmayın, kapayın gözlerinizi ve kollarınızı açarak yemyeşil bir kırda yürüdüğünüzü hayal edin. bulunduğunuz ortamdaki ses kirliliğinden uzakta kuş sesleri duymaya çalışın ve mis gibi çiçek kokularını içinize çekin. adımlarınız hızlanmasın, bu anın tadını çıkarın. daha önce hep gitmek istediğiniz gibi, şehirden uzakta bir yer var, biliyorum dediğiniz ve hayal ettiğiniz o yere gidin. gidin. kapayın gözlerinizi, çevrenizde olup bitenlere aldırmayın. kollarınızı öyle bir açın ki insanlar aralarından uzaklaştığınızı anlasın. kalabalık bir caddenin en işlek yerinde durun ve avazınız çıktığı kadar bağırıp, bir salıncakta uçuruma doğru sallandığınızı düşünün…
sanırım pek kolay değil, bu modern taş yığınları arsında yaşarken. teknoloji hayatımızdaki birçok şeyi değiştirirken hayal edebilme yetimizi de elimizden aldı. modern dünya bizi yüksek binalar arasında, asfalt yollarda yaşamaya mahkûm etti. belki de hiç farkına varamadan, duygularımızı ve sevgilerimizi yitirdik. her birimiz yalnızlığa terk edilip ay sonunu nasıl getireceğiz diye bekler olduk. cebimizdeki para kadar yaşayabiliyor, sokaklarda paramız ölçüsünde başı dik dolaşabiliyoruz.
sokakta yürürken ıslık çalmayı ve çizgilere basmamayı çok seviyorum. kaldırım taşları üzerinde sekerek yürümek ve yanımdan geçen asık suratlı insanların yüzlerine bakıp inadına gülümsemek, en büyük zevkim. çoğu zaman hayatı tiye aldığımı düşünüyorum, bazen de önemsemediğimi. çünkü ben önemsiyorsam ve çevremdekiler benim gibi yaşamıyorsa sorun düşündüğümden de büyük sayılır.
ben kim miyim? Okumaya devam et