
Nisan ayının ilk haftasıydı, baharın gelişi ve güneşin içimizi ısıtmaya başlaması ile kanım kaynıyor, içim kıpır kıpır ediyordu. Kafamın içinde kurgulamaya çalıştığım hikâye için özel bir cümle vardı, fakat bu cümlenin önüne ve arkasına nasıl bir bağlantı kurabileceğimi bilemiyordum. Bulduğum her fırsatta bu cümlenin üzerine gitmeye çalışıyor ve farklı açılardan bakış açıları yakalamaya çabalıyordum. Karmaşanın içinde elime geçen tüm fırsatları avantaja çevirmeye çalışıyordum.
Nafile, ilerleme kaydedemiyordum.
Uzun gecelerin sonunda mahmur sabahlara açıyordum gözlerimi. Yazarlık, babalık ve iş hayatını bir arada götürmeye çalışan bir adam olarak çetin bir mücadele geçiyordu hayat ile aramızda. O beni köşeye sıkıştırmak için attığı her adımın sonrasında yeni bir hamle ile karşılık vereceğimi tahmin etmeye başlamıştı.
Eskiden çalar saatler vardı. Şimdilerde elimizin altında her daim kalan akılı telefonlar var ve her sabah saatlerce alarm çalıyor. 3 dakika daha ertelesem olur, 3 dakika daha, 3 dakika… derken zaman geçiveriyor ve çoğu zaman geç kalıyorum. Zaten çoğunlukla da çocuklar uyandırıyor.
“Baba, telefonun çalıyor.”
“Biliyorum bir tanem, şimdi kalkacağım.”
“Baba, telefonunla oynayabilir miyim?”
Zar zor gözlerimi açarak yatağın başında gülümseyerek yüzüme bakan kızım duruyor. Yastıktan başımı kaldırmak istemiyorum fakat bir cevapta vermek zorundayım. Aklı başında bir ebeveyn olabilmek için uğraşıyorum.
Zaman ne çok değişti. Merak ediyorum acaba annem ve babam bana çocuklarıma davrandığım gibi mi davranıyordu? Mesela ben hiçbir sabah babamın başucuna gidip onu uyandıramazdım. Korku veya başka bir şeyden ötürü değil ama içgüdüsel olarak bunu gerçekleştiremezdim.
“Baba, telefonunu alabilir miyim?”
Ne söyleyeceğimi düşündüm bir an, sonra yatağın içinde doğruldum. “Saat kaç?” gibisinden kendi kendime bir şeyler söyledim. Bu arada diğer taraftan bebek ağlamaya başladı.
“Ama ya bu yapılmaz ki neden odanın içinde gürültü yapıyorsunuz? Bakın Civanmert’i uyandırdınız!”
6 yaşındaki kızım ile göz göze geldik ve annemizi kızdırdığımızı hissettik. “Ama anne,” dedi Zeynep ellerini iki yana açarak, “Ben her sabah babamın telefonu yüzünden uyanıyorum, siz uyanmıyorsunuz.”
Eşim gözlerini ovuşturarak, “Onu babamıza sormamız gerekiyor kızım. Şu telefonun alarmı kim bilir kaç defa ertelendi ve yine işe geç kaldı.”
“Ne!” dedim heyecanla ve telefonu elime aldım, “Eyvah, bu sabah önemli bir toplantım vardı.”
Hızlıca elimi yüzümü yıkadım. Bu sırada kızım evin içinde beni takip ediyordu. Hazırlanmam ve evden çıkmam yaklaşık olarak 10 dakikamı aldı.
İstanbul trafiğinde düşünmeye, analiz etmeye ve kıyaslamaya çok fazla fırsat buluyorum. Evde iki çocuklu bir ailenin babası ve iş yerinde büyük bir yapının kurumsal iletişim direktörü olunca yalnız başıma kalabildiğim her anı dolu dolu değerlendirmek istiyorum.
Aklımın içinden geçen düşünceler günlük yaşamın sıkıntılarını bir kenara itmemi sağlıyor. Beynimin odalarında dolaşan hikaye ve kahramanlarımla ben mutlu mesudum fakat onların yokluğunda daralıyorum.
Gerçeklik kavramsal olarak bünyeme zarar veriyor. Kabullenemediğim, anlayamadığım o kadar çok gerçeklik duruyor ki önümde bir an için kendimi uzak tutmaya çalışıyorum. Bunu yaparken de kahramanlarımın hayatlarına dâhil olup yeni bir kurgunun peşinde koşuyorum.
Tabii düşüncelerden insanı çıkaran telefon sesi de olmasa…
“Abi nasılsın?”
“İyidir, yoldayım. Sen?”
“Bende geldim şimdi, kahvaltı yaptın mı? Sana poğaça ayırayım mı?”
“Güzel olur teşekkür ederim.”
“Tamam, o zaman seni bekliyorum.”
Telefonu kapadıktan sonra radyoya kulak kabarttım.
Nisan ayının ilk haftası ile birlikte bahar kendini hissettirmeye başladı. Son yıllarda ekolojik dengenin bozulması ile ara mevsimleri pek fazla hissedemez olduk. Ya kış oluyor, ya yaz ve ya sıcaklardan bunalıyor ya da donuyoruz. Nisan ayı ile birlikte soğuk havalardan sıcaklara hızlı bir geçiş yapmaya başladık. Bilim insanları mevsimlerdeki bu değişimin büyük oranda insan etkisi sonucu olduğu görüşündeler. İklimler bizim sayemizde değişiyor.
Sıcak havalarla birlikte polenlere ve mevsimsel griplere de hazırlıklı olmamız gerekiyor. Barış Manço’nun dediği gibi, nane limon kabuğu, bir tutam zencefil… her derde deva…
16 Nisan’da gerçekleştirilecek olan Cumhurbaşkanlığı referandum seçimleri öncesinde de gündem mevsim sıcaklıkları gibi kaynamaya başlıyor. Muhalefet büyük mitingler yerine küçük kahve toplantıları yapmayı tercih etti. Bu strateji bakalım işe yarayacak mı?
Ülke gündemimizde 16 Nisan’a kadar başka bir olayın olmayacağını düşünüyoruz.
16 Nisan diye geçirdim içimden, ülke olarak aylardır o günü bekliyoruz. İyi kötü, doğru yanlış, gerekli gereksiz öyle çok konuşuldu ki artık hiç kimse tam olarak ne düşüneceğini bilmiyor.
“Efendim abi,”
“Nasılsın birader? İşlerin nasıl?”
“Şükür abi, iyiyim, seni sormalı?”
“Aynı tas aynı hamam, devam ediyor hayat. Sana şeyi soracağım, şu çizgi altı ajansının değişim durumu ile ilgili kimseyle görüştün mü?”
“Evet, görüştüğüm kişiler var ama daha net bir kanıya varamadım. Kararsızım?”
“Güzel.”
“Hayırdır?”
“Seni bir arkadaş ile tanıştırmak istiyorum abi, bu işlerde yeniler ama güzel iş çıkarıyorlar, onlarla da bir görüşebilirsen çok memnun olurum. Emin ol pişman olmazsın.”
“Elbette görüşeyim, güzel olur. Ben şimdi araçtayım, iş yerime geçtiğimde seni arayayım konuşalım olur mu?”
“Olur abi, bu arada biz ne zaman görüşeceğiz? Uzun zamandır atlatıyorsun bizi?”
“Hiç fırsatım olmadı abi, son günlerde kafamı kaşıyacak vakti zor buluyorum. Evi dahi epey aksattım.”
“Ama sen hak ettin bunu. Bir koltukta iki karpuz olmaz ki! Hem senin iki tane de değil. Önemli ve güzel bir işin var, yazarlık diye tutturdun gidiyorsun, ailen var, aksattığın arkadaşların var.”
“Sen böyle sayınca kendimi önemli biri gibi hissettim. Abi bizim yaptığımız ne ki!”
“Yok yok öyle değil. Harbiden seni uzaktan ama ilgiyle takip ediyoruz arkadaşlarla.”
“Abi teşekkür ederim ama ne olur dalga geçme.”
“Yok be ne dalgası, seni bir akşam ayarlayacağıma dair arkadaşlara söz verdim. Şu üniversite günlerinden bahsedelim biraz, hem Umut’u da çağırırız. Adamın hali fena.”
“Hala aynı mı abi?”
“Aynı, öyle bitkisel hayatta gibi devam ediyor hayatına.”
“neyse abi, ben şimdi iş yerine yaklaştım. Tamam, görüşelim arkadaşlara yakın zamanda. Sen organize et lütfen ben size ayak uyduracağım.”
“Tamamdır kendine iyi bak.”
“Sen de. Herkese selam.”
Henüz yorum yapılmamış, sesinizi aşağıya ekleyin!