
Bazen tüm bu gördüklerim, yaşadıklarım ve hissettiklerim bir hayalden ibaret diye geçiriyorum kalbimden. Bedenimi dünyanın farklı şehirlerinin kollarına bırakırken sadece bir yolculuk yapmadığımı; aslında düşüncemi, bakışımı ve inancımı tazelediğim kalbime doğru bir yolculuk gerçekleştirdiğimi fark ettim.
İşte tam da bu yüzden gittiğim her şehirde kalbimin sesini dinleyerek daha önce adını dahi duymadığım sokaklarda plansız, programsız dolaşıyorum. Niyetim her seferinde yeni bir bakış, yeni bir düş ve yeni bir hikayenin peşine düşebilmek.
Kordoba sokaklarında da bu niyetle kayboldum.
Size Kordoba’da keşfettiğim bir sırrımı vereyim mi?
Şehirler de bizim gibi… Hissediyor, acı çekiyor, üzülüyor, seviniyor ve aşık oluyor. Çünkü onların da kalbi var ve hep kalplerinin sesini dinliyorlar.
*
Kordoba’da Aradığım Sesler, Renkler, Hâller, Kokular…
Eğer bir şehre ilk defa gidiyorsam, önce onu anlamaya ve sırdaş olmaya çalışıyorum. Çünkü her şehrin kendine has, onu anlatan, duygularına tercüman olan özellikleri var. Sesler, renkler, hâller, kokular…
Farklı dillerin konuşulduğu şehirlere yolculuklar yapmaya başladıktan sonra dikkatimi çeken ilk şeylerden biri havaalanlarındaki çıkışı gösteren işaret oluyor. “Salida” İspanyolca “çıkış” anlamında kullanılıyor. Kordoba yolculuğum da bu kelimeyi öğrenerek başlıyor: Salida!
Kordoba’nın o mavi saksılı çiçekli sokaklarında kaybolurken önce susup misafiri olduğum bu şehrin seslerine kulak verdim. İlk defa dinlediğim bir melodi geldi kulağıma, ardından farklı tonda sözler ve kendine has bir ritim. Bedenimi bu ritmin akışına bıraktım.
Ben gittiğim her şehirde yeni bir şarkı besteliyorum.
Sonra gözlerimi açtım ve etrafımı seyrettim. Seslerin ardından renkler çarptı gözüme, Kordoba’nın baskın renklerini çıkardım; mavi, sarı, yeşil, kırmızı… Biri diğerlerinden illa ki baskın oluyor. Ben o renge bürünüyorum. Mavi…
Ve sonrasında hâlleri koydum renklerin üstüne. İnsanların yüzlerindeki ifadeleri resmettim; binaları, ağaçları, yolları ve şehrin ayrıntılarını çıkardım. Kafamda Kordoba için bir hikaye belirdi. Yavaşça, geldiğimi belli etmeden bu narin şehrin sokaklarında yürümeye devam ettim. Yere yumuşak basıyorum, incinmesin diye.
En son keşfimi tamamlamak adına Kordoba’nın kokularını çektim içime; baharat, çiçek, parfüm, toprak, beton… Kokular, yapbozu tamamlamama yardımcı oluyor.
İşte böyle, sessizce girdim Kordoba’ya ve kendimce çıkardım özelliklerini kimseyle konuşmadan.
Misafiri olduğum her şehrin hatırlanabilir özelliklerini kaydediyorum hafızama ve tabii günlüğüme…
*
Yeryüzünde Bir Güvercin Gerdanlığı: Kordoba
Farklı çiçek ve baharat kokuları arasında “Eski Kordoba” sokaklarında yürürken bir an duraksadım. Elimi dokunduğum şu taş duvar, üzerinde yürüdüğüm şu sokaklar tarih boyunca kimlere ev sahipliği yaptı?
İlk olarak Romalılar tarafından kurulan bu şehir, Müslümanlar tarafından fethedildikten sonra Endülüs’ün başkenti ilan edilmiş ve uzun yıllar Müslüman egemenliğinde kalmış.
Bütün sokaklar oraya varıyordu. Şimdilerde İspanyolcada “Mescit” kelimesinden türemiş Mezquita adıyla bilinen “Kurtuba Camii”. Aslında burası için camii mi, kilise mi yoksa kale mi demeliyim, bilemedim. Şu anki görünümü ile hepsinin karışımı demek daha doğru olur. İlk olarak Endülüs Emevi Sultanı I. Abdurrahman tarafından 786 yılında inşasına başlanmış ve sonraki hükümdarlar camiyi genişletmişler. Endülüs Emevilerinin başkenti Kurtuba’da 600 kadar cami varmış.
Burada öğrendiğim bir bilgiye göre, dünyanın en fazla sütuna sahip olan mabedi burasıymış. Yaklaşık olarak bin 293 adet kırmızı beyaz sütun varmış. Ben saymadım. Fakat bu sütunlar o kadar geniş bir alana yayılmış ki bir ucundan baktığınızda diğer ucunu göremiyorsunuz.
Reconquista (Yeniden fetih) dönemi ile birlikte Endülüs Emevi devletinin yıkılmasının ardından burası kiliseye çevrilmiş. Fakat şöyle tanımlarsam daha yerinde olacak; bu devasa camiinin içine adeta kilise ve küçük şapeller yapılmış. Şu an halihazırda 36 adet şapel ve bir büyük kilise bulunuyor. Fakat başta mihrap olmak üzere bazı öğeler günümüze kadar yaşatılmış. Ayrıca burada küçük bir müze de var.
Bir sütunun altında oturdum ve burayı gezmeye çalışan kalabalığın seslerini bastırarak ruhumu dinlendirdim.
O nasıl bir gönlü bolluk, La Mezquita Catedrali (Mescid Katedral), üç semavi din, yedi farklı kökenin, yedi farklı dilde kardeşçe yaşadığı bir medeniyet… Bir tarafta Sinagog’dan çıkan Maimonides (İbn-i Meymun), diğer tarafta eski Mescid-i Kebir’den çıkıp ona el sallayan Muhiddin İbn-i Arabi (İbn-i Arabi)…
Avrupa’nın “Averroes” olarak bahsettiği İbn-i Rüşd, Aristo’nun mantık ve felsefesini anlatabilmek için bu sütunlara sırtını dayayıp oturdu mu?
Ah! Bu dar sokaklar, çiçeklerle süslü…
Kordoba, Kahire, Bağdat… Bu üç şehir tarihin gizemli sayfalarının kadim örnekleri. En şaşalı günleri de yaşamışlar, en durgun yılları da…
La Mezquita Catedrali’nden çıkıp arkasındaki eski Yahudi mahallesine gittim. Sonra küçük bir kafede oturdum ve espresso içtim.
Günlük Notlar…
İspanya deyince insanların aklına dört şey geliyor. İlki Futbol, dünyanın en iyi futbolcularının olduğu bir lig ve çekişme… İkincisi Fiesta, eğlence… Üçüncüsü Flamenko, sadece bir müzik değil… Son olarak Siiesta, asla vazgeçmem…
*
Burada dikkatimi en çok çekenlerden biri de çok fazla Arapça kökenli kelimenin olmasıydı. Özellikle bir kelimenin başına “Al” takısı ekleniyorsa kesinlikle Arapça olduğu anlaşılıyor.
*
Tranquilo! Sakin Ol…
Buradaki insanlar turistlerle İspanyolca konuşuyorlar. Bunun için en iyisi kendinizi zorlamayın ve Türkçe konuşun… Ya da naçizane tavsiyem bir ‘Hola’ (merhaba) ve bir ‘Gracias’ (teşekkürler) ile birlikte vücut diliyle anlaşmak. Deneyince göreceksiniz her şey daha kolay olacak.
İspanya’da hayat çok hareketli olmasına karşın hizmet sektöründe bir ağırlık seziyorsunuz. Zamanımız hep kıymetlidir fakat burada birine acele etmesini söylemek sizin daha çok zaman kaybetmenize neden olur. En iyisi mi, alıştığınız ve bildiğiniz pratikliği İspanya hava sahasına girer girmez unutun.
Bizim gibi tez canlı insanlar için İspanya’da “biraz” sabırlı olmak gerekiyor. Otel, restoran ya da müze… Nerede olursanız olun herkes ve her şey çok yavaştır. Bir türlü eksik havlunuz odanıza gelmez ya da restoranda yere düşen çatalınızın yenisi gelmez. Müze girişlerinde ve hemen her yerde o sıra bir türlü size gelmez. Sorduğunuzda ise hep aynı cevabı alırsınız.
-Tranquilo! Sakin ol…
İspanya’da geçirilen zaman zarfında bu yavaşlık çoğu zaman gelen turistleri rahatsız ediyor. Ama bunu bilerek seyahat etmek, beklentilerinizi buna bağlı olarak ayarlamak, geçireceğiniz zamanı daha keyifli kılacaktır.
İstisnai yerlerin dışında pasaport kullanmayı gerektirecek bir durum yok. Turist yoğunluğunun çok fazla olduğu mekanlarda hiç bir özel eşyanızı cafe, restoran gibi yerlerde masanın üzerine koymamanızı tavsiye ederim.
*
Hangi şehirde olursanız olun, gün içerisinde bir plan yapacak olursanız alternatifleriniz olsun. Çünkü yılın 365 günü 14.00’da başlayıp 17.00’a kadar süren ve “siesta” denilen bir öğle arası var. Hediyelik eşya dükkânlarından restoranlara, ziyaret edebileceğiniz birçok yer bu saatler arasında kapalı olacaktır.
*
Üzerinde İspanyol romancı, şair ve oyun yazarı Cervantes’in büyük eseri Don Kişot’un çizimlerinin olduğu bir tişört aldım. Böylelikle Endülüs Seyahatimin sonuna gelmiştim. Kordoba, mavi beyaz görünümü, kendine özgü kokusu, ışıl ışıl çarşıları, otantik kafeleri ve baharatlı yemekleri ile beni büyüleyici bir atmosfere götürdü.
Henüz yorum yapılmamış, sesinizi aşağıya ekleyin!