
Nefes alıp vermemizin bir nedeni var. Yaşadığımız her anın, olayın bir anlamı var.
Hayat ne kadar garip! Hepimiz bir otobüsün içinde yolcuyuz ve her nefesimizde bir adım öteye gidiyoruz. Oturduğumuz yerler farklı ama gideceğimiz yer aynı. Düşünüyorum. Farklı şehirlerde, farklı şekillerde dünyaya gözlerimizi açıyoruz. Kimimiz fakir oluyor, kimimiz zengin. Sonra büyümeye başlıyoruz. Öğrenci oluyoruz, yolcu oluyoruz, yaşlı oluyoruz. Sonra emaneti teslim ediyoruz. Ardımızda sadece anılarımızı bırakıyoruz. Ya iyi diyorlar ardımızdan ya da kötü. Sanırım meselenin özü bu. İyi bir insan olmak. Elinden, dilinden, gönlünden insanlara zarar vermemek. Sözü doğru, güvenilir olmak.
Çok zaman önce okuduğum bir hikâye geldi aklıma.
Zamanın birinde bu diyarlarda bir derviş yaşarmış. Gün gelmiş, piştiğini düşünerek insanlara dini anlatmak için kendini yollara vurmuş. Köyleri dolaşmış, insanlarla oturmuş, sohbet etmiş. Derken bir gün paçavralar içinde bir adamla karşılaşmış
“Ne yersin ne içersin yolcu?” demiş paçavralar içindeki adam.
“Bulursak yeriz bulmazsak şükrederiz,” demiş derviş.
Adam, “ Olmadı,” demiş. “Buranın köpekleri de o kadarını yapar,”
Derviş şaşırmış, “ Ya siz nasıl yaparsınız?”
Adam önce sessiz kalmış, sonra ağır ağır konuşmuş, “biz,” demiş, “Bulursak dağıtırız, bulamazsak şükrederiz.”
“ETME, GİTME”
Konya dümdüz bir şehir, yürümeye elverişli. Baktığınız her yönde tarihin izleri belli oluyor. Nereden başlamalıyım bu şehri gezmeye diye çok fazla düşünmedim. Öğle ezanı okunuyordu, acıkmıştım ve gözüme çarpan etli ekmek satıcılarından birinin kapısını çaldım. Aman Allah’ım öyle lezzetli öyle güzeldi ki.
Sonra yürüdüm ve Mevlana’nın Türbesine gittim.
Bir rivayet varmış, yolda tanıştığım bir adam anlatmıştı. Konya’ya gelip Mevlana’yı ziyaret edenler bu şehre altı defa daha gelirmiş ve Konya’yı yedi defa görmeden canını vermezmiş. Bu benim ikinci gelişim.
Otobüsle gelirken yanımdaki amcaya “Nereleri göreyim?” diye sormuştum.
“Önce Mevlana’yı gör,” dedi. “Hafta sonuna falan bırakma türbe çok kalabalık olur, fakat cumartesi de sema gösterisi var onun için ayrıca bir daha gidersin. Türbeyi gezerken Mesnevi’nin el yazmalarını da görmeyi ihmal etme…”
Ben zaten sadece onun için burada değil miyim?
MESNEVİ’DEN BİR HİKAYE,
İhtiyarın biri, bir doktora “ Dimağım yorgun, aklım yerinde değil” dedi.
Doktor dedi ki. “O akıl zayıflığı ihtiyarlıktandır”
İhtiyar “ Gözüm de kararıyor” dedi.
Doktor “Koca ihtiyar, ihtiyarlıktan” dedi.
Adam “ Arkam dehşetli ağrıyor”deyince, doktor dedi ki: “A zayıf ihtiyar, ihtiyarlıktan!”
Adam “ Ne yiyorsam hazmedemiyorum” dedi.
Doktor “ Mide zayıflığı da ihtiyarlıktan” dedi.
Adam “ Nefes alırken sıkıntı çekiyorum, nefes darlığım var” dedi.
Doktor dedi ki: “Evet, nefes darlığı da ihtiyarlıktan. İhtiyarlayınca insanda iki yüz türlü illet peyda olur.”
İhtiyar kızıp “ Be ahmak, lafın hep bu mu, sen doktorluktan yalnız bunu mu belledin? Be herif, Allah her derde bir dermen verdi, bunu bilemiyor musun? Sen ahmak bir eşeksin,bilgin de kıt, aklın da ayağın kısa olduğundan yeryüzünde kalakalmışsın” dedi.
Doktor cevap verdi “ Ey yaşı altmış, işi bitmiş adam bu kızgınlık, bu hiddet de ihtiyarlıktan! Vücudun bütün cüzüleri, zayıflar, yıpranır, sabır da azalır. İki çift söze bile tahammül edemez, haykırır. Bir yudum suyu bile hazmedemez, kusuverir! Ancak Allah sarhoşu olan ihtiyar müstesna. O tertemiz bir yaşayışa sahiptir.”
GÜL KRALLIĞI
Mevlana Türbesini dolaşırken içim ferahladı huzur buldum. Ney sesinin ruhuma verdiği dinginlik geçmişimi düşünmeye sevk etti.
Ne zaman çocuktum ve ne kadar hızlı büyüdüm, anlayamıyorum. Daha dün gibi geliyor evimizin bahçesinde bir o yana bir bu yana koşuşturmalarım. O zamanlar bilgisayar oyunları, internet arkadaşlıkları etrafımızı sarmamıştı. Eski bir televizyonumuz vardı evimizde ve tek bir kanal izleyebiliyorduk.
Evimizin bahçesinde kendi başıma oyunlar türetirdim.
Evimizin önünde kılıcımla kötü otlara karşı savaşırdım. Isırganları yerle bir ederdim, babamın diktiği gülfidanının hükümranlığını daimi korurdum. Yıllar sonra tekrardan o evi gördüğümde ne fidan kalmış ne de o dönemdeki güller geride. Isırganlar her tarafı sarmış, ısırganlar tahta çıkmış. Üzüldüm. Koruyucu olmadığı için korunan da kalamamış…
ŞEMS ve MEVLANA
Konya denince iki isim geliyor hafızama, öncelikle Mevlana, üzerinde bulunduğum toprakların medarı iftarı, sonra onun en yakın dostu, hocası, yoldaşı; Şems.
Şems’in kabrinin nerede olduğu bilinmiyor ama burada, Konya’da onun için bir yer ayrılmış, orayı da gördüm.
Şems’in Konya’daki türbesi küçük, mütevazı, adeta saklanmış bir yerdir. Mevlana’nın o ihtişamlı türbesinin yanında -ki Mevlana “En güzel türbe Gökkubedir” der- sade, sakil ve sıradandır.
Şems’in hayatı ve ölümü hakkında birçok hikaye anlatılır. Konya’ya ilk gelişi ve yaklaşık dört yıl burada kalışı ile Şems Mevlana’nın en değerlisi olur ve bir gün habersiz Tebriz’e döner. Ortalıkta dolaşan laflara cevaben Mevlana şöyle der, “Onun ışığı vurmazdan önce ölü bir nakıştım sadece taş duvarlarınızda. O, elindeki yay ile vurmazdan önce tellerime; hep aynı nameyi çalıp söyleyen, kendi sesine yabancı bir kuru rebaptım. Ben onun avucunda bağlar, bahçeler ağaçlar görür; deryalar gibi geniş, deryalar kadar berrak sular görürüm. Onun avucunda çıkan ağaçların gölgesinde dinlenirim. Lâkin siz bunların hiçbirini göremezsiniz.”
Şems tekrar Konya’ya gelir. Fakat yine düşmanlıklar ve ardı sıra söylenenler durmaz. Bir gece aniden ortadan kaybolur. Mevlana’da meydana gelen büyük değişikliği hazmedemeyenler tarafından öldürüldü mü, yoksa geldiği gibi kimseye haber vermeden Konya’yı mı terk ettiği bilinmemektedir.
Dünya’nın birçok yerinde Şems’e izafe edilen yer vardır. Bunlardan hangisi olduğu bilinmez ama onun büyüklüğünün ve sevgisinin ne kadar derin olduğu apaçık ortadadır.
Mevlana’nın bir şiiri vardı, çok kere dinlemiştim ve her dinleyişimde farklı bir his kaplardı içimi. Konya sokaklarında dolaşırken o şiiri duymak öyle hoş oldu ki, Mevlana Türbesi’nden çıkmış bir bank üzerinde dinleniyordum, çantamdan kitabımı çıkardım ve okumaya başladım.
Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun etme
Başka bir yar başka bir dosta meylediyorsun etme
Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı
Hangi hasta gönüllüyü kasdediyorsun etme
Çalma bizi bizden bizi gitme o ellere doğru
Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun etme
Ey ay felek harab olmuş alt üst olmuş senin için
Bizi öyle harab öyle alt üst ediyorsun etme
Ey makamı var ve yokun üzerinde olan kişi
Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun etme
Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan
Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun etme
Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan
Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun etme
Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun etme
Ey cennetin cehennemin elinde olduğu kişi
Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun etme
Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize
O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun etme
Bizi sevindiriyorsun huzurumuz kaçar öyle
Huzurumu bozuyorsun sen mavediyorsun etme
Harama bulaşan gözüm güzelliğinin hırsızı
Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun etme
İsyan et ey arkadaşım söz söyleyecek an değil
aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun etme
Henüz yorum yapılmamış, sesinizi aşağıya ekleyin!