Birçoğunuzun gözlerinde eminim aynı hayal canlanıyordur. Özellikle de bahar yağmurlarını yaşadığımız şu günlerde. Şöyle güzel bir sütlü kahve olsun, pencerenin önünde hafif sallanan yumuşak minderli bir koltukta sıcacık kahvenizi yudumlarken elinizde kitabınızla saatlerce vakit geçirin. İçinizden “Ne güzel olurdu” dediğinizi hissediyorum.
Bu hayalim, geçmiş zamanlara ait ünlü bir ressamın yüksek fiyatlara satılan tablosu gibi canlandı gözünüze değil mi?
Evet, yaşadığımız çağda bu şekilde bir görüntü sadece hayallerde, düşlerde, tablolarda kalıyor. Zaman öyle hızlı akıyor ki ne zaman uyudunuz, ne zaman kalktınız, gün içinde neler yaptınız, akşam eve nasıl ulaşacaksınız falan derken günler, aylar, yıllar geçiveriyor. Ne kahve içebilmeye ne de kitap okumaya zaman bulabiliyorsunuz. Tabii dört bir yanımızı saran teknoloji nimetleri, sosyal medya çılgınlığı ve televizyon dizileri de çorbanın tuzu, biberi oluyor. Çocukluktan kazanamadığımız kitap okuma alışkanlığımız iyiden iyiye unutuluyor, kenara atılıyor.
Toplu taşıma araçlarını sıkça ve uzun süreli kullanan bir vatandaş olarak kitaplarımı yollarda okumaya çalışıyorum. Kalabalık bir ortamda dikkatim, her an dağılmaya açık olduğu için, toplu taşıma araçlarında okuyacağım kitapları özenle seçiyorum. Tecrübe ile sabittir ki kısa hikayeler, denemeler ve yalın bir dille yazılmış romanlar çok daha rahat okunuyor. Fakat her zaman bu şekilde, tarife uygun kitaplar bulamayabiliyorsunuz. Canınız daha ağdalı cümleleri, aklınızı zorlayan fikirleri, tartışmaya açık düşünceleri içeren kitapları da çekiyor veya bir arkadaşınız bir kitap tavsiye ediyor ya da çok beğenerek takip ettiğiniz bir yazarın yeni bir kitabı çıkmış olabiliyor. O zamanda, tüm olumsuz toplu taşıma şartlarına rağmen, tüm samimiyetinizle, elinize geçen o yeni kitabı okumaya başlıyorsunuz.
Birkaç hafta önce bir arkadaşım, “Alev Alatlı’nın yeni romanı çıkıyor,” dedi. O an yüzümde oluşan gülümsemeyi görmeliydiniz, çünkü yakın zaman önce Alev Alatlı’nın Kabus isimli Schöldinger Kedisi serisinin birinci kitabını okumuştum. Kabus, ülkemizde anti ütopya alanında yazılan ilk ve nadide bir eserdir. Okurken içimden, ne oluyor ya, şimdi nereden çıktı bu, uf anlamadım, gibi şeyler söyledim durdum. Hatta kitabın daha ilk kısımlarında bırakayım okumayayım diye aklımdan geçirdim. Fakat Alev Alatlı’nın üslubunu bildiğim ve beni nelerin beklediğini tahmin edebildiğim için devam ettim. İyi ki de öyle yapmışım. Schöldinger Kedisi serisinin ikinci kitabı Rüya’da bizi kabustan uyandırır. Alev Alatlı, çağımızın önemli düşünürlerinden ve olaylara bakış açısı ile fark oluşturabilen bir yazarıdır. Herhangi bir konuda Alatlı ile farklı düşüncelere sahip olsanız dahi o, düşüncelerini mutlaka öğrenmek isteyeceğiniz bir isimdir. Örneğin, bazı durumlarda “Hayır,” diyebilmenin ne kadar önemli olduğunu çok iyi açıklamaktadır.
Alev Alatlı, okurları üzerinde farklı etkiler bırakabiliyor. 1992 yılında “Viva La Muerte” ile başlayan ve “’Nuke’ Türkiye”, “Valla Kurda Yedirdin Beni”, “O.K. Musti Türkiye Tamamdır” kitaplarıyla 1994 yılında tamamlanan dört kitaplık “Or’da Kimse Var mı?” roman serisinde yaşadığımız dünya ve ülkemize karşı bildiğimiz birçok şeyi neredeyse baştan kurgulamamıza ve olaylar üzerinde kuşandığımız zırhları çıkararak en baştan düşünmemize neden oldu. Alatlı’nın bu serisi çok ve geniş tartışıldı ve zaman içinde nitelikli okurun üzerinde düşünerek bahsettiği yapıtlar haline geldi.
“Alev Alatlı’nın yeni romanı çıktı” dediklerinde ve bu romanın “Or’da Kimse Var mı?” serisinin beşinci kitabı olduğunu öğrendiğimde heyecanlandım. Çünkü aradan geçen zaman içinde Alatlı’nın günümüz Türkiye’si ve dünya düzeni ile ilgili neler söyleyeceğini merak ediyordum. Everest Yayınlarından okurlarla buluşan “Or’da Kimse Var mı?” serisinin beşinci kitabının adı “Beyaz Türkler Küstüler”
Beyaz Türkler Küstüler’in başkişilerinden Mehmet Sedes, efsanevi Günay Rodoplu’nun trajik hikayesini anlatan kişi, 70’li yılların TİP kökenli militanı, ikinci eşi Meral, aynı yılların THKP-C militanı, anneleri Mübeccel Atiye, 40’lı yıllardan, Behice Boran, Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif Başoğlu’nun DTCF’den arkadaşı. Amiral bir eş, Prof. Ayhan Songar, Prof. Recep Doksat’la içli dışlı bir muhit; Mübeccel Atiye hocanın temsil ettiği “orijinal beyaz Türk” 1940’lı yılların “laik-hümanist” eğitiminin şekillendirdiği Nişantaşı-Ayvalık tipolojisi. Hasan Ali’nin, Yakup Kadri’nin idealleri uyarınca “insan zekasının aslı Yunan’dadır” şiarı doğrultusunda, tüm enerjilerini “çağdaşlaşma” dedikleri ve fakat aslında Batı medeniyetine Yunan-Roma bacağından duhul etme çabasıyla beraber yasalarla vicdanları arasında kalıp bizar olan yurdum insanları ve onların günümüzdeki uzantıları…
Kitapta AK Parti’nin yükselişi ile birlikte Beyaz Türklerin topluma ve kendilerine küsmeleri anlatıyor. Beyaz Türkler üzerine çok şey yazıldı, çizildi, konuşuldu. “Kimdir bu Beyaz Türkler?” sorusu birçok okurun olduğu kadar benimde aklımı kurcaladı. Alatlı, kitap tanıtımı için verdiği bir söyleşide bu soruya şu şekilde cevap veriyor; ‘Orijinal Beyaz Türk’ 1940’lı yılların ‘laik-hümanist’ eğitiminin şekillendirdiği, tüm enerjilerini ‘çağdaşlaşma’ dedikleri ve fakat aslında Batı medeniyetine Yunan-Roma bacağından duhul etmeye çabalayan yurdum insanları. Günümüzdeki uzantıları da Beyaz Türkler. Hep kopuk bir kuşak olarak yetiştiler. Bugün hâlâ Anadolu’da neler olduğunu veya AKP’nin neden bu oyu aldığını anlayamıyorlar. ‘Türk hümanizmi’ denilen eğitim modeli, kültürel kodların kaybıyla sonuçlandı. Kodlar küçümsendiği için kayıp telafi edilemedi.
Alev Alatlı’nın tarifiyle Beyaz Türkler 2000’li yılların başıyla iktidardan düştü ve AK Parti iktidarı başladı. Bir zamanlar hor görülen, ötekileştirilen, badem bıyıklı diye dalga geçilen kişiler siyaset alanında boy gösterdiler, bakan oldular. Önceki yıllarda eylemlere konu olan başörtüsü artık bir moda simgesi haline büründü. Askerin devlet üzerindeki etkisi gün geçtikçe azaldı ve devletin tepesinde değişimler oldu. Kitabın içinde ilerledikçe AK Parti iktidarı döneminde yaşananların kronolojisini okuyor gibi hissediyorsunuz kendinizi. Son on yılda yaşananları, arkalarındaki esrar perdelerini ve bakıp göremediklerinizi Alev Alatlı’nın kaleminden okuma fırsatını yakalıyorsunuz.
Sosyal medyanın yavaş ama sinsice bir etkiyle dört bir yanımızı nasıl kuşattığını, “Kontrollü Habercilik” diye bir kavramın içimize nasıl sızdığını, Müslümanlığın bakış açısındaki değişimi, Kürtlerin ve diğer azınlıkların iktidarla ilişkilerini kendine has üslubu ile anlatıyor Alatlı ve yaptığı analizlerle sizi şaşırtıyor, şüphelendiriyor, etrafınıza bir daha bakmanıza neden oluyor.
Ayrıca kitapta çok yakından tanıdığımız kişilere eleştiriler var. Bazıları hakkında gerçek isimleriyle alıntılar ve yaşantıları hakkında bilgiler mevcut. Alev Alatlı bu konu hakkında, “Bir yangına işaret etmeye çalışıyorum,” diyor ve “Bu ismi geçenler o yangın yerindeler. Benim derdim bir zümre, bir sınıf veya budunla değil, bireylerle hiç değil çünkü bilirim ki hamam eski hamam olduğu sürece tellaklar değişmiş fark etmez. Ve kalitesizleşme, kendim dahil, hepimizi tehdit eden bir salgındır.”
Kitabın kapağında ve ilk sayfasında 1970 yılında hayatını kaybeden futbol antrenörü, Vincent Lombardi’nin bir maç sonrası söylediği meşhur söz var, “Biz oyunu kaybetmedik, sadece vakit yetmedi.”
Son olarak, Alev Alatlı yirmi yıl sonra kahramanlarının hayatlarına yeniden konuk olarak zamanın ve değişimin hayatımıza getirdiği değişiklikleri bizlere göstermeye çalışıyor. İnsanoğlunun gençliğinde, yetişkinliğinde ve olgunluğunda nasıl bir düşünce tarzına sahip olabileceğine işaret ediyor. Uzaklardan veya bilinmeyen bir ülkeden bahsetmiyor, Alatlı, içinde bulunduğumuz zaman diliminde ülkemizden bahsediyor ve Beyaz Türkler Küstüler ile yirmi yıl sonra yeniden soruyor: “Or’da Hâlâ Kimse Var mı?”
UYARI!
Arsız, Densiz, İlkesiz, Haddini Bilmez, Bayağı isen, Yanımıza Uğrama!
Küstah, Mürai, Tufeyli, Zevzek, Müptezel, Basmakalıp isen, Kapımızı Çalma!
Palavracı, Korkak, Kalleş, Ahlâksız isen, Eşiğimizi Geçme!
İçtenliksiz, Sevgisiz, Pespaye, Paçoz isen, Evimize Gelme!
Çilehanedir Burası, Hoşgörü Dergâhı Değil!
Ahde Vefa Bilmez, Tövbe Tutmaz isen, Sakın Gelme!
Henüz yorum yapılmamış, sesinizi aşağıya ekleyin!