
Hangisi daha samimi?
Dualarını harf harf dolduran, hece hece süsleyen ve kelime kelime işlenen hayallerinin izinden giden ben mi?
Yoksa!
Sabah geç kalma telaşı ile gözlerini açan ardından gün boyunca bir sağa bir sola yalpalayan bir tekerlek gibi mesaisini dolduran ve ne konuştuğu belli olan ne de söylemek istediklerini tek nefeste söyleyebilen ama varlığını kaybetmenin eşiğine gelmişken köprüden önceki son çıkışı kaçırarak yoluna devam ettiğini düşünen ben mi?
Bilmiyorum.
Korkularım etrafımı sarıyor ve ben gitgide hissizleşiyorum. Ekmek, su, biraz hava, bir tutam tebessüm ve bir parça çikolatadan ibaret bir algı dünyam var. Pozitif ya da negatif iki farklı kutbu olan bir mıknatıs gibi hissediyorum kendimi. Kendimle uyumlu olan her nesneyi bir şekilde uzağıma iterken uyumsuz olduğum her ne varsa kendime çekiyorum. Bütün korkularım sanki içimin bir parçasıymış gibi anbean önümde beliriyor. Anlamıyorum.
Emniyet kemerini taktıktan sonra sanki başka hiçbir kelime bulamamışım gibi, “Eee” diyerek söze başladım. Bu herhalde bildiğim tüm yollardan daha kestirme bir başlangıç gibi göründü gözüme. Sormak istediğim ya da kimse ile konuşamadığım her ne kadar kelime saklandıysa içime, bir çırpıda ortaya dökebileceğimi düşündüm. Kafamı gövemin bir parçası gibi değil de, Terminatör filmindeki gelecekten gönderilen ve tek görevi kahramanını hayatta tutmak olan robot gibi, sağa çevirdim. “Eee”
Elleri iki dizinin üzerinde, topu yanlışlıkla komşunun bahçesine kaçırmış ve mahcup bir şekilde zile basarak topunu istemeye gelen çocuk gibi, oturuyordu. Siyah saçları kulaklarına doğru hafifçe uzamış ve istemsizce ortadan ikiye ayrılmıştı. Tabi aralara düşen beyazları görmezden gelmeye gayret ettim. Eskiden tek tük uzayan ve yüzünde bir leke gibi görünen sakallarının yerini derli toplu bir sakal almıştı. Onu son gördüğümden bu yana biraz kilo almıştı. Omuzları genişlemişti. Kaç saniye boyunca onu izlediğimi bilmiyorum ama bu süre boyunca o başını çevirip bana hiç bakmamıştı. Elleri iki dizinin üzerinde, başı öne eğik bir halde oturuyordu.
“Eee” dedim tekrardan, “Hayat nasıl gidiyor?”
Tabii bu arada onu tepeden tırnağa süzer gibi baktığımı fark etmesin diye başını çevirdim ve arabanın kontağını çalıştırdım.
“Hayat,” dedi belli belirsiz bir sesle. Dudakları sanki hiç kıpırdamadı. “Hayat, benimle birlikte veya benim dışımda bir yerlere gidiyordur herhalde, bilmiyorum.”
“Ben seninle ilgili olan kısmını merak ettiğim için sordum.”
Hiç beklemediğim bir şekilde başını kaldırdı ve kahramanın gelecekten gönderilen robota baktığı gibi bakarak; “Bu soruyu sorarken samimi misin?” dedi. Bu arada bir gözüm yoldayken bir taraftanda bu anı kaçırmamak istiyordum. Gözlerini üzerime dikmiş, sanki zamanı durdurmuş gibi hiç hareket etmeden öylece bekliyordu.
“Elbette samimiyim?” dedim ama cevabımın yeterli olmayacağını düşünerek tekrar konuştum, “Sence?”
“Değilsin.”
Bir an kendi içimde duraksadım. Gerçekte olmasa da içimden gelen sesle frene bastım, “Bundan nasıl bu kadar emin olabilirsin? Sana sadece hayat nasıl gidiyor diye sordum?”
“Hayır bana sadece hayat nasıl gidiyor diye sormadın. Konuşmayı başlatacak bir kelime bulamadığın için rastgele bir yerden başlangıç yapmak istedin.”
“Rastgele mi?”
“Evet rastgele bir yerden.”
“Sen olsan nasıl başlardın?”
Arabanın içine insan sessizliği çöktü. Motorun çıkardığı ses sanki daha fazla gelmeye başladı. Tekerleklerin yola değmesi ile oluşan ses değişti.
“Bu ses,” dedi beklemediğim bir şekilde, “Asfaltın içinde daha fazla taş kullandıkları için çıkıyor. Bazı yollar daha taşlı oluyor bazıları ise daha kaygan ve temiz. Bu şekilde ses çıktığı zaman emin olabilirsin ki taşlı bir zemin, daha fazla yakıt tüketiyorsun ama yere de sağlam basmış oluyorsun. Fakat asfaltın içindeki taşlar biraz gevşer ise sıkıntılı bir durum oluşur. Sen kendini güvende hissederken bir anda mucur içinde kalıverirsin ve Allah korusun kaza yapabilirsin. Bu sebeple ne kadar güvende olacağını düşünerek dahi ihtiyatlı davranmalısın. Gel gelelim içinde az taş olan zengin ülkelerin refah seviyesi yüksek asfaltlarına, yağ gibi akarsın yolda, ne kadar hızlı gittiğini dahi anlayamazsın. Ayağının gaz pedalı üzerindeki etkisi istemsizce artar. Çünkü önünde hiçbir engel yoktur…”
Benimle değil de kendi kendine konuşuyor gibiydi.
“Hayat nasıl gidiyor diye sormuştun, hayat içinde çok taş olan bir asfalt ya da yağ gibi kayan modern bir asfalt. O hiçbir yere gitmiyor ama hayatın içinde biz kendimizi nereye götürüyoruz, asıl sorman gereken bu bana göre. Bu sebeple konuşmaya bir başlangıç yapabilmek için yeterince samimi değilsin.”
“Hayır,” dedim, “Hayır hayır, beni yanlış anladın.” Fakat sonra konuşmamı devam ettirmedim. Çünkü bu şekilde savunmaya geçmiş olmam gerçekten samimi olmadığımı gösterecekti.
Bir süre daha arabamızın tekerleklerinin asfalt üzerinde çıkardığı seslere kulak vererek yolculuğumuza devam ettik. Bu sırada ses belirli aralıklarla değişiyordu.
“Kulak ver,” dedim hafifçe göz ucuyla ona doğru bakarak, “Ses çok kısa aralıklarla değişiyor. Şimdi söyle bakalım; asfaltımız çok mu taşlık yoksa modern mi? Ya da sen hangisi olmasını istersin?”
“Bilemiyorum, hem taşlık hem modern. Sanırım bir taraftan öyle bir taraftan böyle dedikleri gibi bir şey. Arafta kalmış. Belki de ikimiz gibi.”
“Yani hiçbir zaman devamlılığı olmayan, sonu kestirilemeyen, nedeni açıklanamayan bir şey gibi. Ne zaman başımıza ne geleceği belli değil.”
“Gibi.”
“O zaman, hayat nasıl gidiyor sorusunun cevabı olarak sadece, şükür, demek yeterli değil mi?”
“Elbette yeterli ama benim açıklık kazandırmak istediğim konu o değildi. Samimiyetti. Sen sadece bir başlangıç yapabilmek için böyle bir soru sordun. Bende senin olduğun kadar samimi olarak sana cevap verdim.”
“Peki, o zaman şimdi devam edebilir miyiz?”
“Durmuş muyduk? Ben hala daha asfalt sesini duyuyorum ama.”
“Hiç değişmemişsin,” dedim gülümseyerek. “Yıllar önce seni nasıl bıraktıysam öylesin. Saçlarındaki aklar, fazla kiloların ve sakalların hariç tabi ki.”
“Senin de dışın çok değişmiş ama kalbin aynı sanırım.”
“Bilemiyorum Umut! Ne, ne kadar değişti, bilmiyorum.”
“Bir suçlu mu arıyorsun?”
“Yo, aramıyorum. Suçlunun yerini biliyorum belki ama kabullenemiyorum.”
Aynı yolu paylaşmanın da ötesinde, aynı hayatı paylaşmak gibi başladı bu yolculuk. Yol uzadıkça içimdeki kelimeler etrafa saçılmaya devam etti.
“Eee, anlat o zaman?”
“Ama sen bunu söylerken samimi misin?”
1 Yorum
[…] dökük değilim. Korkuyorum. Korktuğumu belli ediyorum. Şimdi uyusam, uyusam, uyusam… Uykumda düşe uyansam Düşlerim […]