
masanın üzerindeki sigara paketinden gözlerini hiç ayırmadı. pet bardakta çay, köşeye itelenmiş kalın bir kitap ve en ortada içi izmarit dolu kül tablası vardı. etrafı her ne kadar kalabalık ve gürültülüyse onun dikkatini çekmeye yeterli değildi. sağını solunu incelemek aklının ucundan geçmedi. ne görecekti ki! birbirine sıkıca sarılmış çevresindekilere aldırmayan birkaç çift, oyun kâğıtlarının masaya düştüğünde oluşturduğu ritmik sese kulak kesilmiş top sakallı uzun saçlı özgürlük savaşçısı bir avuç gençlik, kantinin her yerinden rahatça görülebilen plazmayı izleyen saçları tavus kuşu gibi kabarmış delikanlılar ve kızlar. bunlar mıydı, çevresinde görmek istedikleri? aralarında yer edinebilmek için çabaladığı! o, bu insanların içinde mi olmalıydı?
dikkatini sigara paketine yoğunlaştırdı. eliyle pakete simetrik hareketler yaptırıyor ve hipnoz olmuş gibi izliyordu. kim bilir aklının odalarını kurcalayan düşünceler nelerdi. normal şartlar altında burada olmasına binaen sınavlarını, projelerini, yapmak zorunda olduğu ödevlerini veya okul sonrası hangi alanda çalışacağını düşünmeliydi ya da proses dinamiği ve kontrol dersinde göz göze geldiği o yapılması imkansız soruyu. bilinmez. olabilirdi. her şey bir kenara, onun burada ne işi olduğunu tahmin etmek bu kadarda zor olmamalıydı. bakıldığında diğerleri ile onun arasında hiç fark yoktu. sırt çantası, solgun bir yüz, elinde çakmak, önünde sigara. yaşının çok gerisinde kalmış hayatıyla eğleniyordu. o bir üniversite öğrencisi, o bir mühendis adayı, geleceğin parlak gençlerinden biriydi. başının hemen üstündeki panoda partiye davet afişi vardı. ilk yerli içki ücretsiz, dans eğlence ve müzik…
“ merhaba,” dedi yanına yaklaşarak kıvırcık saçlı uzun boylu kız, “ oturabilir miyim?”
gözünü sigara paketinden ayırıp ayağa kalktı ve “ elbette,” dedi, “ buyurun.”
“epeydir seni izliyorum, sigara paketine bakıp kaldın,” dedi kız, “ sanırım sınavları düşünüyorsun?”
“ aslında” dedi, “bana, hiç soru sorma ki bende hiç yalan söylemeyeyim.”
“ yalan” dedi kız, “ neden yalan söyleyeceksin ki.”
“yaşadığımız hayatın hangi sahnesinde doğru düzgün bir rol üstleniyoruz ki, yönetenlerin isteklerine karşılık verip maskeler takıyoruz.”
“anlamıyorum” dedi kız.
“bende” dedi ve ekledi, “şu okulun koridorlarında ne zaman yürümeye çalışsam, kendimi anlamadığımı ve yalanları kovaladığımı düşünüyorum. birilerinin istediği şekilde yaşıyoruz. burada olmayı ne kadar çok istemiştik. peki, neden buradayız?”
kız cevap vermedi, “kalkmalıyım,” dedi sadece.
masanın üzerindeki sigara paketine dokunmadan kalktı ve hızlı adımlarla kantinden çıktı. Belki de günlerdir kafasını kurcalayan düşüncelerin cevabına sonunda ulaşabilmişti. toplumun onu sürüklediği şekilde yaşamak zorunda olmadığını fark edip, hayatı istediği gibi yaşayabileceğine kanaat getirmişti.
öyle çok şey bırakmıştı ki geride, vazgeçtiği, yapmadığı, unutmak zorunda olduğu. önceleri öğretmen olmak istiyordu, köy köy tüm ülkeyi dolaşacak ve okul yüzü görmemiş okuma öğrenmemiş çocuk bırakmayacaktı ama olmadı üniversite sınavında aldığı yüksek puandan dolayı mühendislik tercihine zorlanmıştı.
yıllardır yazılar yazar ama kimseye göstermeden saklardı, günün birinde birilerinin onları okuyabileceği aklına hiç gelmemişti fakat oldu, arkadaşına verdiği ileri matematik kitabının arkasında unuttuğu kısa hikâyeyi neredeyse bütün sınıf öğrendi ve diğer yazılarını okumak için ısrar ettiler lakin izin vermedi, o yazar değildi yazılarını insanlarla paylaşmamalıydı.
öyle çok söz söylenmeli öyle sular akmalıydı ki bu dereden ancak içini kavuran bu ateşi söndürebilirdi. yol uzadıkça uzadı ve o yürüdü, yaşanmamış bir öyküye ne ad koyabilirim diye aklından geçirdi bir süre, geçmişini düşünürken birçok zaman boş sahnelere takılıp kalıyordu. yapmak istedikleri ve diğerlerinin istekleri. o her zaman diğerlerinin dediğini yapmış boşlukta takılıp kalmıştı.
hava soğuktu, hava yağmurluydu, hava rüzgârlıydı. günler uzadıkça, ömründen bir eksildikçe geçen zamanın neler götürdüğünü daha iyi anlıyordu. okulun uzun koridorlarını geçti, pencere pervazlarına oturmuş, sigarasından derin derin çeken gençleri görmemek için kafasını eğdi. çıkış kapısı önündeki güvenlik görevlisinin garip bakışları arasında kapıdan geçti ve okulun bahçesine şöyle bir baktı. gördüğü ilk şey bilboardlardaki bira reklamlarıydı. yıllarca içki kötüdür, sağlığa zararlıdır denmişti ona ama şimdi okuldaki tüm kutlamalarda, bütün arkadaş toplantılarında bira ilk seçenek oluyordu.
yağmurun yağmasına aldırmadan yürümeye devam etti. artık zamanın geçişi onu ilgilendirmiyordu…
***
sekiz yıl önce…
***
ceviz ağacının yaprakları rüzgarla hafiften kımıldıyor ve hoş bir ses çıkarıyordu. toprağın üzerindeki küçük yarıklar ve susuzluktan sararmaya yüz tutmuş otlar arasında dolaşan karıncalar ince bir ip görünümündeydi. ben, babamın yardımlarıyla yapmış olduğum salıncakta oturuyor ve iki gün önce başladığım kitabımın son sayfalarını okuyordum. don kişot gibi bir şövalye olabilmek için on altıncı yüzyıl ispanyasında yaşamam gerekir diye düşünerek kitabın son sayfasını okudum ve gözlerimi kapayarak hayal kurmaya başlamıştım. yüzümde hafif bir tebessüm oluşmuştu.
“salıncakta uyumak zevkli mi?” diye ince bir kız sesi duydum ve apar topar gözlerimi açtım.
“uyumuyordum ki,” dedim gelenin yüzüne doğru bakarak.
“ öyle görünmüyordu, evden seslendim sana ama duymadın, buraya gelinceye kadar da adını söylemekten dilimde tüy bitti ama ancak şimdi uyanabildin,”
“hayır abla,” dedim gelen amcamın kızı idi.
“hadi,” dedi, “yemek hazır seni bekliyorlar,”
“tamam, geliyorum,” dedim.
“ okuduğun kitap nedir?”
“şey, “dedim ve kitabı havaya kaldırarak gösterdim. kitabın ismini doğru okuyabilmesine rağmen yazarının adını tam çıkaramadı, “ hım, güzel” dedi sonunda da.
“biliyor musun abla,” dedim. “dünyanın ne kadar küçük olduğunu görmek istiyorum. ülkeleri dolaşmak ve farklı insanlarla konuşmak, farklı yemekler yemek.”
“büyüdüğün zaman bu gibi hayallerin olmayacak,” dedi.
“neden?” diye sordum, “insanlar büyüdüğünde hayalleri değişiyor mu?”
“evet,” dedi üstüne bakıyordu, “büyüdüğün zaman hayallerin değişecek, çok çalışman gerektiğini fark edeceksin, çevrendeki insanlara ve kendine faydalı olmalısın. bir toplum içerisinde yaşıyorsun. bu topluma faydalı işler yapmalısın, çok para kazanmalı ve isteklerini, sevdiklerinin isteklerini yerine getirebilme gücüne sahip olmalısın,”
“ama ben çok param olsun istemiyorum, bu kitaplardaki insanların çok parası yok ama mutlular,” dedim.
“ gerçek hayat farklıdır,” dedi, “ yemeğe geç kalıyoruz gel, “diye de ekledi sonunda.
“tamam, fakat ben gerçek hayatın bu kitaplardaki gibi olmasını istiyorum.”
“hayır sen büyüyeceksin, iyi üniversitelerde okuyacaksın ve ileride çok zengin biri olacaksın, paran olacak, istediğin her şeyi alacaksın, mutlu olacaksın.”
“yani mutluluk para mı?”
“tabi ki, paran varsa mutlu olabilirsin?” dedi,
“ ya paran yoksa,” dedim.
cevap vermedi, önümden yürümeye devam etti. ben ise don kişot’u düşünüyordum ve içimden, “mutlu olmak için paraya ihtiyacım olmayacak” diyordum.
eve kadar hiç konuşmadık.
merdivenlerden yukarıya çıkarken babamın tok sesi duyulmaya başlamıştı. “ bizim oğlan okusun büyük adam olsun diye uğraşıyorum ben, çok parası olsun, mutlu olsun. iyi bir meslek sahibi olsun . insanlar önünde eğilsin. beni mutlu etsin.”
ablam arkasını döndü ve bana doğru gülümsedi…
Henüz yorum yapılmamış, sesinizi aşağıya ekleyin!