
Yaşamak için okumak.
Kafamı kaldırıp etrafa göz süzüyorum. Hiçbir şey değişmemiz, zaman ve mekân aynı şekilde seyrediyor. Kafamı indiriyorum ve devam ediyorum. Değişim başlıyor…
‘Okuma’ dediğimizde tam olarak neyi düşünüyoruz?
İnsan niçin okur?
Kime okur denir?
Okumaktan kastımız, bir kâğıt parçasında yazılanları gözlerimizle takip ederek hayaller kurmak mıdır?
Virginia Woolf, “Okuma isteği, gamlı ruhlarımıza nefes aldıran tüm istekler gibi, irdelenebilmelidir.” diyor. Okumak soyut bir şey değil mi, nasıl irdelenebilir?
Bu soruların cevabını bulabilirsem Kaf Dağını aşıp Zümrüdüanka’ya ulaşabileceğim.
*
Geçmiş zaman içinde kendi kendime güzel bir adet edindim. Okuduğum güzel cümleleri bir deftere yazıyorum ve bu deftere “Neticeler” ismini verdim. Neticeler benim bu hayata dair edindiğim tecrübeler bir bakıma. Farklı konularda ve farklı zamanlarda yazılmış yüzlerce cümleyi içinde barındırıyor. Gün içinde ne zaman elime alsam ve sayfalarından herhangi birindeki cümleyi okusam yaşama dair direncim artıyor. Neticeler bir bakıma benim günlüğüm oldu. Onun içindeki cümlelerin hayatımın farklı zamanlarına dair birer anı olduğunu hissediyorum. Farklı zamanlarda farklı cümleler yaşamıma etki ediyor. Geçen günlerde Gustave Flaubert’in 1857 yılında yazmış olduğu mektuplarından birinde derdime derman bir cümle okudum. Flaubert, mektubuna, “Yaşamak için okuyun…” diye başlıyordu. “Yaşamak için okuyun…” Neticelerin en önemli cümlelerinden biri oldu.
Yaşamak için okumak, Zümrüdüanka’ya ulaşmak gibi.
İlk ayet, “Oku, yaradan Rabbinin adı ile oku” Peki okumak tam olarak ne demek?
Herkes okumaya mecbur mudur?
Konuyu sadece bir kağıt parçasında yazılanları okumak olarak ele alırsak elbette ki mecbur değildir. Fakat okumak bu kadar basit bir şey olabilir mi?
Okumak dediğimizde ben çok daha farklı bir mana da konuyu anlıyorum. Okumak;
Karmaşık bir İran halısının deseninin nasıl olacağını bilerek yıllarca usanmadan dokuyan bir dokumacı gibi. Bebeğinin yüzüne bakarak hasta mı değil mi anlayan bir anne gibi. Ormanda yolunu kaybetmemek için hayvanların izlerini takip eden bir rehber gibi. Elini havaya kaldırarak rüzgarın şiddetini ve yönünü tespit edebilen Nepalli bir Şerpa gibi. Yılın başından yılsonuna kadar yapabileceği harcamaları tespit ederek planlama yapan bir işadamı gibi. Ya da bir evin yapılacağı yerin depremlere karşı dayanıklı olup olmadığını kontrol eden bir inşaat mühendisi gibi…
Okumak hayatın her alanında küçük adımlar atarak büyük işler başarmak gibi…
Bu insanların hepsi yaşamak için okumuyorlar ve okudukları ile artlarında iz bırakıyorlar. Eğer okumasaydık ne bir ses kalırdı bu kubbede ne de adımız…
Okumak, hayatı okumak, yaşamak için okumak. Hatta hayatını sürdürebilmek için okumak…
Peki, yeni sorular ile devam edelim. Konuyu biraz değiştirelim. Bu satırları gözlerinle takip ediyorsan bir cevap verebilirsin sanırım.
Okurun bir hikaye üzerindeki etkisi nedir?
Daha basit bir ifadeyle, bir hikayenin; güzel ya da çirkin, kalıcı veya geçici, basit mi karmaşık mı olduğuna okur karar verebilir mi?
İşin özünde bir okur bir hikaye hakkında yorum yaparken kişisel bakış açısının elverdiğini yansıtır. Ki ne zaman, “ben nesnel bir gözle yaklaşıyorum” diyorsa, en büyük yalancıdır.
Nesnel fikirleri etrafa savuran ve tamamen nesnel kaygıları olduğunu belirten düşünce sistemi bozuk plak gibi, hep aynı yerde takılıyor. İnsan, öznel düşünebildiği kadar özgürdür. Öznel düşünce kültür dünyamız adına umut ışığıdır.
Çünkü, okur bir hikayeyi yorumlarken yaşadığı zamanın sosyo-politik yapısına, şahsi eğitim düzeyine, (Burada açıkça belirtmek isterim ki eğitim durumundan kastım üniversiteler ve diplomalar değildir. Eğitim bireyin özgül iradesiyle farklı alanlarda geliştirdiği beceriler birikimidir.) yaşam tarzına ve inancına göre hareket eder. Bütün bu saydıklarım göz önüne alındığında okurun yaptığı yorumun tam anlamıyla bir kriter olduğu söylenemez. Ancak farklı zamanlarda ve farklı sosyal sınıflardan çok sayıdaki okurun yorumu göz önüne alındığında bir hikayenin iyi veya kötü olduğunu düşünebiliriz.
Benim buradan çıkardığım bir not var; bir hikayenin değerini ancak zaman gösterir. Kısa zamanda büyük başarılar elde etmiş olması bir hikayenin kıymetli olduğunu göstermez. Günümüzde reklam ve tanıtım bütçesinin güçlü olduğunu gösterir. Zaman içinde farklı okurlar tarafından yorumlanan hikayeler kıymetlidir.
*
Son bir soru var aklımda, bir hikâye yazılır mı yoksa anlatılır mı? (Okutulur mu?)
Yaşamak için okumak ya da nefes almak…
Henüz yorum yapılmamış, sesinizi aşağıya ekleyin!