Bazen bir an öylece uzasın istersin.
Uzasın…
Uzasın…
Ve öncesine ya da sonrasına hiçbir şey kalmasın. Öyle bir uzasın ki önünde ve arkasında hiçbir beklentin olmasın. Hayatın sadece o andan ibaret olsun. Kelimelerin o an özelinde kalsın. Hep o anı anlat, düşün, hisset, hatırla, tekrarla, yaşa, yaz. O an senin olsun. Sen o an ile bütünleş. Tüm acılarını o an yay. Acı o an ile bütünleşsin. Tüm sevinçlerin o an içinde saklı kalsın. Kalbin sadece o an atsın. Bedenin o an titresin ama bunu kimse bilmesin. Düşlerin o an kanatlansın. Gözlerin o an görsün. Kulaklarındaki uğultu o an çınlamaya başlasın. Dilinin ucuna kelimeler biriksin ama sen o anı sessizlikle hatırla. Korkma, üzülme, ağlama, unutma, sev, yaşa… Çocukluğunu, gençliğini, ilk kalp ağrını, korkulu rüyalarını, sevinçlerini, hasretini, özlemini o an toprağa ver. Sen hep o anı yaşa ve o anın tadını çıkar.
Öylece uzasın o an ve başka bir an kalmasın sonrasında…
Çok istersin değil mi?
Fakat sonra fark edersin ki zaman tarif edilemeyecek şekilde kuralları koyuyor ve ilerliyor. Beklemene izin vermiyor. Acını hissediyorsun ama anlatamıyorsun…
Sen ne anı yaşayabiliyorsun ne de anın ötesinde hayatın değerini hissedebiliyorsun.
Şimdi durup durup hep o anı yazmak istemenin, o anı kurgulamanın ama yazamamanın nedeni, belki de bu değil mi?
Çünkü sen suçlusun. Okumaya devam et