Umut, kaç dakika yürüdüğünü bilemedi fakat alnı terlemişti. Yürüdüğü yerde hava yoktu ve zor nefes alıyordu. Son birkaç adım kaldı diyerek kendini teselli ediyordu ve gördüğü ışık süzmelerine doğru yürüyordu. Biraz daha gitti, yürüdüğü yol bu sefer daralmaya başladı, en başında nasıl genişlediyse bu seferde daralıyordu. Önce dizleri üzerinde sürünmeye başladı ardından iyice büzüldü ve en sonunda ilk başta olduğu gibi bir yere ulaştı. Elleri ile yokladı karşısındaki ağaç kabuğunu ve güçsüz olduğunu fark edince dayanarak açtı. Zorlandı, en son ayağını çıkardı ve tamamen çıktı. Yeşillik bir alanda, içeri girdiğine benzeyen bir çınar ağacının yanındaydı. Etrafına bakındı, ileride Zalifre’nin surları görünüyordu. Dış surların dışına çıkmışa benziyordu. Korunaklı bölgenin yolu görünüyordu. Burayı tanımıştı. İlk gece bu yoldan yürüyerek Zalifre’ye gelmişti.
Aklına çok garip bir fikir yerleşti bir anda, “Neden buraya ilk geldiğim yere geri dönmüyorum, nereydi? Derin orman, geçit ormanı, evet evet oraya gitmeliyim, benim için orada bir şeyler olmalı!” diye geçirdi içinden. İnce yolu takip ederek hızla yürüdü, sanki birinden kaçıyordu. Zalifre’den biraz uzaklaşmıştı, ağaçların arasına girmek üzereydi. Bir hışırtı duydu.
“Kim var orada?”
“Benim Araf!” dedi tokça bir ses.
“Araf!” diye karşılık verdi Umut. “Araf!”
“Efendim,” dedikten sonra biraz bekledi Araf, “Ne yapıyorsun burada?”
“Çınar altındaki yolu kullanarak buraya geldim.” dedi Umut. Sonra da ne düşündüğünü anlattı.
“Hadi bizi bekliyorlar, geri dönelim!” dedi Araf ve elindeki değneği sallayarak öne çıktı, “Seni merak etmişlerdir.”
“Bizi bekleyenler arasında kimler var Araf?” diye sordu Umut. Aklından Rachel ve diğerleri geçti. Ona kızmış olabilirlerdi. Kimseye bir şey söylemeden kaçar gibi ayrılmıştı evden. Bu dakikaya kadar kendisini merak edeceklerini de aklına hiç getirmemişti ama kendi kendine çok kızmıştı. “Mutlak suretle merak etmişlerdir!” dedi aklından. Kim bilir Rachel neler düşünmüştü.
“Kimler olabilir ki!” dedi Araf, “Hadi beni izle…”
Hiç ardına bakmadan yürüyordu Araf, Umut ise arkada öylece bakakalmıştı. Birisinin gelip onu bu kadar çabuk bulabileceğini hiç akıl edememişti. Geçit yolunda Araf onu bulmuştu fakat ortada farklı bir durum vardı, Araf Zalifre’ye doğru değil de karanlık ormana doğru yürüyordu. Umut şaşırmıştı. “ Araf?” diye seslendi, olduğu yerden. “Nereye gidiyoruz?”
“Hala orada mısın?” diye söze girdi Araf arkasını dönerek, “Nereye olacak bizimkilerin yanına.”
Umut olduğu yerden hiç kımıldamadı. Aklına bir soru geldi, “Bir şey soracağım?” dedi Umut, “En iyi kılıç ustasının adı neydi?”
“Bu ne kadar saçma bir soru!” diye karşılık verdi Araf kaşlarını çatmış, elindeki değneğini havaya kaldırmıştı. “Tabi ki…”
Tam bu esnada o konuşmasını bitirmeden Umut etrafına bakındı ve korku dolu bir şekilde “Sen Araf değilsin!” diyerek kendini sağ taraftaki ağaçların arasına bırakıverdi. Arkasına bakmadan koşmaya başladı fakat hangi yöne gittiğini bilmiyordu. “Ne kadar aptalım!” diye sayıklarken nefes nefese kalmıştı. Ayakları kıçını tekmeleyerek koşuyordu. Araf ise olduğu yerde donakalmış değildi elbette, bir şeyleri fark etmiş olmanın verdiği çeviklikle değneğini kaldırıp çıkardığı ışıklar ağaçların arasından göğe doğru çıkarken, hem gürültü çıkarmıştı hem de nerede olduğunu belli etmişti. Umut koşarken etrafı aydınlatan bu ışıkları fark etmiş ve başına ne kadar büyük bir bela açtığını çok daha iyi anlamıştı.
Hava kararmak üzereyken etrafa yayılan bu ışık ardından büyük bir uğultu getirdi. Bir yanda ardı ardına garip sesler duyulurken diğer yanda Zalifre surlarından büyük bir uğultu etrafa yayıldı. Aradan tam olarak me kadar zaman geçtiğini kestirememişti Umut ama sanki saatlerce koşmuş kadar çok yorulmuş ve terlemişti. Kendisini kocaman bir ağacın kenarında biten çalılıklar arasına bırakıverdi. Bacaklarını da vücuduna doğru çekti ki kimsenin onu görmemesi için iyice küçülmüştü. Ses çıkarmamak için neredeyse nefes dahi almayacaktı. Çok korkuyordu.
İlk kopan gümbürtünün ardından bir süre hiç ses çıkmadı ve karanlık iyice çöktü. Umut sığındığı ağacın altında sessizce bekliyordu. Yakınında bir ses duysa gözlerini kapatıyor ve “Ne olur Araf, gerçek Araf beni sen bul!” diye sayıklıyordu içinden. Yaptığından dolayı çok pişmandı.
Karanlığın içinden biraz öncekinden çok daha parlak bir ışık daha parladı ve her ne olduysa ondan sonra oldu. Umut kalbinde çok büyük bir acı hissetti ve avazının çıktığı kadar bağırdı. Kendini tutmayı düşünememişti, ellerini göğsünün üzerine bastırarak acıyla bağırdı. Böyle bir acıyı daha önce hissetmemişti, tarif edemiyordu. Olduğu yerde kıvranarak bağırdı. Biri kalbinin tam üstüne bıçak sokuyormuş gibi acı hissediyordu. Üzerindeki gömleği yırttı elleri ile vücudunun üzerinde herhangi bir iz yoktu ama çok fazla acı duymuştu. Bir an toparlanır gibi oldu ama ardından aynı acıyı bir daha hissetti ve istemsizce acıyla bir daha bağırdı. Artık saklanmasının hiçbir manası kalmamıştı, çıkardığı ses neredeyse karanlık orman ve geçit yolunun her yerinden duyulmuştu.
Umut saklandığı ağacın yanında yüzün koyu uzanmış halde kalbine saplanan acının geçmesini beklerken etrafında ona yaklaşan ayak seslerini duyabiliyordu ama yerinden kımıldayabilecek takati kendinde bulamıyordu. Bitsin istiyordu artık yaşadığı bu işkencenin ve her şeyin sonlanmasını arzuluyordu.
“Gördüm, burada, koşun!” diye bağırdı kesik kesik bir ses.
Ardından yaklaşık on kişinin üzerine doğru geldiğini fark etti Umut. Kafasını topraktan kaldırıp ayak seslerinin geldiği yöne baktı ve üzerine doğru gelenleri gördü. Suratları kıpkırmızı koca yapılı adamlar üzerine doğru geliyorlardı, ellerinde tuttukları tokmaklı zincirler, kılıçlar, sopalar havada sallanıyordu. Hayatında bu manzarayı ilk defa görüyordu Umut ve çok uzun süre bakamadı. Kalbinin üzerinde duyduğu acı ile yerinden kımıldayamaz bir haldeyken, sadece gözlerini kapadı ve sonunun gelmesini bekledi. Belki de bu son onun tüm acılarını bitirecekti.
*
Karanlığı bir ok yardı ve en önde koşan kırmızı kızgın suratlı adamın alnının ortasından vurdu. Ardından diğerleri koştukları yönü değiştirip etrafa dağıldılar. Umut gözlerini açtığında önünde Batı ve Askap vardı. On metre kadar ileride de kanlar içerisinde bir adam yatıyordu. Kılıç ve çarpışma sesleri geldi, Batı sol tarafından yaklaşan adamın eline doğru salladı kılıcını ve kılıç adamın elindeki zincirli tokmağa dolandı. Adam sinsice dişlerini gösterirken arkasından Doğu yaklaştı ve adamın kafasını kılıcıyla vücudundan ayırdı. Batı kılıcını çekip çıkardı zincirlerin dolambacından ve dört gözle etrafına bakındı.
Kalanlar bağrışmalarla Umut’un etrafına doğru koşuyorlar ve çember oluşturmaya çalışıyorlardı ama Batı, Askap ve Doğu çoktan Umut’un etrafını sarmıştı. Umut’u koruma altına almışlardı.
“İyi misin?” diye sordu Batı kafasını çevirerek. “Yaralandın mı?”
“İyiyim!” derken Umut’un sesi pekiyi çıkmamıştı. Ellerini yere dayayarak hiç olmazsa kıçının üzerine oturmaya çabalıyordu. “Kalbim.”
“Ayağa kalkabilir misin?”
“Sanırım” dedi Umut ve ayağa kalktı.
Etraflarındaki halka daralırken, bir patırtı daha koptu ve Araf, Katre ve Güney yanlarında dört asker ile çıkageldiler. Şimdi iki tarafın sayıları eşitlenmişe benziyordu ki diğer taraftan da gelenler oldu. Yeni gelenler daha yapılı ve becerikli görünüyorlardı.
“Diğerleri de hızla yaklaşıyor, onu alıp derhal surların içine götürmeliyiz, Ulak diğerleri ile öbür yöne yeni gelenleri durdurmaya gitti!” dedi Araf bağırarak. “Hadi, onu surların içine götürelim.”
Batı kılıcını sallayarak kalabalığa ilk darbeyi vurdu. Askap’a saldıran adam çok yanlış yaptığını fark etti ama vakit artık çok geçti, Askap üzerine gelenden daha sıska olmasına rağmen çeviklikle ilk hamleyi savuşturarak adamı yere savurdu ve kılıcını elinden düşürmesini sağladı. Tam üzerine saldıracakken diğer yandan bir başkası elindeki bıçağı savurdu ve bıçak neredeyse Askap’ın gözünün önünden geçti. Birkaç saniye olduğu yerde bekleyince Askap yerdeki adamda hemen ayağa kalkıp geri kaçtı.
Araf elinde değneği ile çevresini saran dört adama saldırıyor, üzerlerine ateşler gönderiyordu. Adamların ona yaklaşabilmelerine imkân yoktu, Araf her birini kısa sürede nakavt etmişti. “Acele etmeliyiz!” diye tekrar bağırdı Araf, zor durumdaki Katre’nin önündeki adama ateşler saçarken.
Umut artık kendine gelmişti iyice. Sırtını ağaca dayayıp ayakta durabiliyordu. Çevresinde onu korumak için çarpışanları gördükten sonra ne kadar büyük bir kavganın içerisinde olduğunu anlamış gibiydi. Yerde yatan adama baktı, ölümüne çarpışan Doğu’ya ve Askap’a baktı, kalbindeki acı etrafına saçmış olduğu bu manzaradan daha ağır gelmedi, her şeyin nedeni onun haber vermeden Zalifre’yi terk etmiş olmasıydı diye düşündü içinden ama artık yapılabilecek bir şey yoktu. Dervişin madalyonu hikayesi başlamıştı ve toparlanmalıydı.
“Benim arkamda dur!” dediğinde Araf Umut’un yanındaydı.
“Tamam!” dedi Umut ve Araf’ın arkasına sığındı.
Araf etrafına bakındı ve kahramanca çarpışan Batı’nın arkasından Umut ile yürüyerek çıktı. Umut’un olay yerinden uzaklaştırıldığını fark eden eli baltalı bir adam hızla Batı’nın üzerine saldırdı ama Batı çok fazla ilerlemesine izin vermedi.
“Araf sen burayı düşünme!” derken kelimenin devamını getiremedi Batı ve sağ taraftan gelen adamla çarpışmaya başladı. “Götür onu…”
Araf ağaç diplerinden ilerlemeye çalışıyordu. Umut’a bir zarar gelmesin diye her yönü kontrol ediyordu. Zalifre pek yakın sayılmazdı, karanlık ormanın içinden sesler geliyordu. Gece olmasının verdiği etki yürümeyi zor kılıyordu.
“ Karaliçe’nin adamları…” diye konuşmaya başlamıştı ki Umut, Araf sözünü kesti. “Evet. Madalyon ellerine geçtiğinden beri seni arıyorlardı ve bir tanesi sana ulaşıp diğerlerini haberdar etti!” dedi Araf, konuşurken dikkatini dağıtmadan etrafı kontrol ediyordu, “Allah’tan seni bulan görevli haber vermek için ışık yayma yolunu seçti ve onların seni bulduğu yönündeki haberi bizde aldık.”
“Kalbim?” dedi Umut tekrardan. Bir eli kalbinin üzerindeydi.
“Acıyor mu?”
“Evet, bir bıçak saplanıyormuş gibi oldu ve ben istemsizce bağırdım!”
“Karaliçe’nin ne kadar acımasız olduğunu şimdi tahmin edebiliyor musun?” dedi Araf, “Sanırım madalyon hakkında düşündüğümüzden fazla bilgiye sahip.”
“Efendim?” dedi Umut, Araf’ı duyamamıştı.
“Sana ulaşabilmek için madalyona zarar verdi ve bu etkiyi sen hissettin” dedi Araf. “Kısaca.”
Şimdi bazı şeyler çok daha iyi anlaşılıyordu. Umut’un kalbine saplanan acı aslında madalyona saplanan bir bıçaktı. Öyle bir bağ oluşmuştu ki madalyonla Umut arasında, madalyona verilen zararı Umut’ta hissediyordu. Karaliçe bunun farkındaydı veya bilmeden sadece sonucunu görmek için bir şey yapmıştı. Her şeye rağmen işine yaramıştı, çünkü bu sayede Umut’un izini bulmuşlardı.
“Beni bu şekilde bulması normal mi?”
“Madalyon ile arandaki bağı tam olarak bilemiyorum” dedi Araf, “Bırak şimdi bunları sonra konuşuruz, koş Umut beni takip et!”
“Tamam,” diyemedi Umut, koştu. Araf’la arasındaki mesafeyi açmak istemiyordu.
*
Vakit ilerledikçe karardı hava ve göz gözü görmez bir durum aldı etraf. Ay gökyüzünde değildi, saklanmak kolay oluyordu ama Umut korkuyordu. Tekrardan kalbine veya herhangi bir yerine acı girebilir ve Araf’la yerlerini açığa çıkarabilirdi. Şimdi şu dakikada surların içinde olabilmek için neler vermezdi ki.
Surların içerisinde olması da pekiyi sayılmazdı aslında, şimdi orada olsaydı ve Karaliçe ona acı çektirseydi Zalifre deşifre edebilirdi. Diğerlerinin hayatlarını da tehlikeye atabilirdi. Peki, şimdi kimsenin hayatı tehlikede değil miydi? Bir yanda Askap, Batı ve Doğu diğerleri ile çarpışırken Ulak öbür taraftan gelecek kuvvetleri karşılamaya çıkmıştı.
“ Karaliçe’nin adamları bunlar mı?” diye sordu Umut.
“Hayır!” dedi Araf, elindeki değneğini önünü aydınlatması için kullanırken. “Bunlar köleler, bunları etrafa salmış ki seni bulsunlar!”
“Senin kılığına giren kimdi?”
“Kılığıma girmedi!” dedi Araf, “Oda benim ırkımdan, biz birbirimize çok benzeriz. Sadece yollarımız farklı!”
“Anladım!” dedi Umut ama hiç bir şey anlamamıştı. Araf’ın söyledikleri bir kulağından girip diğerinden çıkıvermişti.
Çok zaman geçtiğini düşünüyordu Umut, Zalifre’ye ulaşacaklar ver bu kötü yolculuk bitecekti ama istediği gibi olmadı. Karanlık ormanın içinden bir uğultu ile kalabalık ayak sesleri duyuldu. Ulak ve diğerleri Karaliçe’nin gerçek savaşçılarıyla savaşıyorlardı. Karanlığın içinde sadece sesler duyuluyordu, arada sırada parlayan ışıklar kimin saldırdığını haber veriyordu.
Tehlikeyi sezen ve Umut’u uzaklaştırmak isteyen Araf, heyecanla değneğini kaldırdı. Sağa sola salladı, ateşin çarptığı kişiler olduğu yerde donup kalıyor ve arkalarına düşüyorlardı.
“Koş!” diye seslendi Araf, “Zalifre yönünde koş ben senin arkandayım”
Umut tamam der gibi kafasını salladı ve koşmaya başladı. Ona ne söylenirse onu yapıyordu. Çok korkuyordu. İnanmadığı, kafasını karıştıran düşünceler vardı fakat şimdi bunların hepsini unutmuştu. Aklını meşgul eden tek düşünce ölümdü ve ölümden çok korkuyordu.
Kalabalıklaşıyorlardı. Zalifre’nin çevresini iyice sarmışlardı. Kıran kırana bir mücadele vardı. Umut karanlıkta kimseye görünmeden ortadan kaybolmaya çalışıyordu. Karşısına biri çıkacak korkusuyla çok tedirgindi.
Ağaçların arasından boğuk bir ses duydu “Burada biri kaçıyor!” Daha fazla hızlanmaya çalıştı ama nafile ne yöne gideceğini iyi kestiremiyordu. Arkasını döndü Umut Araf’ı görebilmek için ama onun çevresi çoktan sarılmıştı. İşte şimdi tek başına kalmıştı. Belki de kendisi ile yüzleşeceği an gelmişti. Sol tarafından bir el omzuna dokundu, Umut titremişti.
“Korkma yürü!” dedi Kuzey, “Seninleyim, devam et!”
Umut derin bir nefes aldı fakat içinde de bir şüphe vardı, yanındaki kişi ya Kuzey değilse, ya başkasıysa, eğer öyle olursa ona Zalifre’yi göstermiş olabilirdi.
“Kardeşin nerede?” diye sordu Umut.
“Şu tarafta!” dedi kuzey, hafifçe gülümsüyordu, Umut’un kaygısını anlamıştı. “Az kaldı seni Zalifre’nin surlarından geçirmeliyim, onlar surları göremez, merak etme!” dedi.
Artık herhangi bir şey düşünemeyeceğini ve daha fazla direnemeyeceğini biliyordu Umut, “Tamam!” dedi sadece ve hızlı hareket etmeye çalıştı. Kuzey’in kılıcı elindeydi.
“Surları görebiliyor musun?” dedi Umut.
“İşte şurada” dedi Kuzey.
Zalifre surlarını bu şehrin sakinleri dışında kimse göremezdi bu bir koruma efsunuydu. Umut artık yanındaki kişinin Kuzey olduğuna kesinlikle inanmıştı.
Çok az mesafeleri kalmıştı şehre ulaşmalarına, Kuzey tedirgindi. Umut’un önüne geçti ve elindeki kılıcı yanından geçtikleri bir ağacın arkasına uzattı. Pusuya yatmış bir adamı devirmişti. Adam düşerken adeta böğürmüştü. Seslerin etrafa yayılmasıyla ayak sesleri duyuldu.
“Acele etmeliyiz!” derken Kuzey, etraflarını dört kişi sarmıştı. Umut biraz daha geri plandaydı. Kuzey onun varlığını belli etmemek amacıyla ilgiyi başka bir yöne çekmeye çalıştı ama çok başarılı olamadı. Adamlardan bir tanesi elinde hiçbir şey olmayan bu sıska çocuğu fark etti. Umut korku ile bakıyordu. Adam üzerine doğru yürürken aklından hiçbir şey geçiremedi. “Sanırım sonum geldi, sanırım şimdi bitti!” der gibi bakıyordu adama. Adam kılıcını kaldırmış Umut’un üzerine doğru geliyordu ki arkadan Kuzey büyük bir özveri ile adamın üzerine atıldı. Adam yere düştü. Kuzey ile boğuşmaya başladılar.
“Koş Umut! Koş, surlar çok yakın!” diye bağırdı Kuzey, bir yandan da adamın darbelerinden korunmaya çalışıyordu.
Umut koşmaya başladı. Surlar Umut’un gözleri önündeydi. Bağrışmaları duyunca kafasını çevirdi ve Kuzey’e baktı. Sonra tekrar surlara baktı. Kuzey ona vakit kazandırabilmek için farklı yöne doğru hareketlenmeye çalışıyordu. Etrafı onlarca kişi tarafından sarılmıştı. Adamlar ilerleyebilmeleri için önce onu yere düşürmeleri gerektiğini anlamışlardı ve hep birlikte onun üzerine saldırdılar. Kuzey çok zayıf kalmıştı. Dört kişinin arasında cengâver gibi savaşmasına karşın bir kılıç darbesi ile yere düştü. Biraz önce Umut’un üzerine yürüyen adam kılıcı ile Kuzey’in yanına yaklaştı. Kuzey kılıcını düşürmüştü. Yerdeki toprağa sarılmaya çalıştı, kaçamadı, biraz önce aldığı yara çok acı veriyordu. Adam iki eliyle kılıcını kaldırdı ve bir anda indirdi.
Kuzey’in bedeni Zalifre surlarının hemen önündeki toprakların üzerinde hareketsizken, gözleri açık kalmıştı. Umut bu manzarayı görmüş, ayakları birbirine dolanmıştı ve olduğu yerde çakılı kaldı. Daha önce hiç görmediği bir manzaraydı ve bu sıradan bir ölümün çok daha ötesindeydi.
Umut’un gözleri dolmuştu. Ayakları tekrardan koşmaya başladı. Adamlar Kuzey’in bedenini tekmelediler ve zafer çığlıkları attılar. Çok fazla vakit kaybetmeden Umut’un peşine düşmüşlerdi.
Kuzey ölmüştü. Kuzey Umut’u korumak için ölmüştü.
Zalifre dış surlarının kapısı görünmüştü artık, Umut’un adımları hızlanmıştı. Arkadan gelenlerde hızlı olmaya çalışıyorlardı, onlar surları görememişlerdi.
Sur kapısı kapalıydı Umut yaklaşırken, bağırmalı mıyım diye düşünürken içinden. Çaresizdi. Bir ses duydu ve kapı açıldı.
“Araf” dedi Umut, “onu öldürdüler, Kuzey’i öldürdüler!” gözleri yaşlıydı.
“Gördüm!” diyebildi Araf, “Acele et koş! Umut içeri gir ve Sultan’ı bul.”
“Peki sen!” dedi Umut. “Sen gelmiyor musun?”
“Ben burada kalmalıyım!” dedi Araf, “Burada kalmalı ve Zalifre’yi korumalıyım, efsunlar bu gece çözülebilir.”
Hiçbir şey söyleyemedi Umut. Artık ne konuşulursa konuşulsun bir şey anlamıyordu. Efsunlar, Zalifre, derviş, madalyon… Hiçbiri Kuzey’in ölümünü açıklayamıyordu ona. Sadece kendisine söyleneni yaptı Umut ve sur kapısına doğru koştu. Araf geride kalmıştı.
Etrafına bakınıyordu Araf, gelen dört kişiyi karşılamak için. Adamlar hızla koşarken onları bekledi ve her biri ile tek tek dövüştü. Önce Kuzey’in kafasını bedeninden ayıran adamı yere indirdi ardından diğerlerini ama bunların arkası kesilmiyordu. Bir şeyler fark edilmiş ve efsunlar çözülmeye başlamıştı, çok açıktı, Zalifre’ye doğru koşuyorlardı. Batı ve diğerleri, Ulak, askerler hepsi geri çekilmeye başlamışlardı.
“Hadi evlat!” diye bağırdı Araf Umut’a. “Acele et…”
Umut kapının altındaydı, son bir kez daha etrafına bakınırken kalbine bir acı saplandı ve çığlık çığlığa kaldı. Dizlerinin üzerine çöktü. Uzaklardan biri elindeki yayı gerdi ve yere düşen bu çocuğu vurmak istedi. Ok yaydan çıkmıştı, Umut kapının önünde eli kalbinin üzerinde diz üstü duruyordu, ne oku ne de okçuyu görebilmişti ama tüm bunları biri fark etmiş ve Umut’un üzerine doğru atılmıştı.
“Umut!” dedi Rachel sessizce, “Zalifre…” sözünü tamamlayamadı ve Umut’un kollarına kendini bıraktı. Ok Rachel’in sırtına saplanmıştı. Umut anca Rachel kollarına düşünce anlayabildi bunu. Kendi kalbindeki acıyı unutarak oku çekmeye çalıştı ama yapamadı. Zehirli ok Rachel’in vücudunu çoktan yakmış ve okun battığı yerden itibaren Rachel’in vücudu kararmaya başlamıştı.
Adam bir daha gerdi yayını bir daha fırlatmak istedi okunu ama Araf buna izin vermedi, gönderdiği ateş onun kollarını kilitlemiş ve olduğu yere düşmüştü.
Surun içinden gelenler, Umut’u ve Rachel’i içeri çektiler. Umut baygın bir haldeydi.